Saramago'nun Körlük romanı, gözlerimizi kapattığımız her gerçeği yüzümüze çarpan sert bir tokat gibi. Kitap boyunca hissedilen o klostrofobik atmosfer, insanların birer birer fiziksel olarak körleştiği ama aslında zaten zihinsel olarak çoktan kör olmuş bir toplumun portresini çiziyor.
Körlük, insanların en temel insani değerlerini nasıl kaybettiğini, düzenin çöktüğü yerde medeniyetin nasıl bir canavara dönüşebileceğini anlatıyor.
Saramago, diyalogları bile ayırmadan, kesintisiz bir akışta yazdığı bu hikayeyle okuru huzursuz bir akıntıya kapılmaya zorluyor. Karakterlerin adları yok, sadece birer unvanları var. Doktor, karısı, hırsız… Hepsi bu. Çünkü insanlar, bireysel kimliklerinden çok, hayatta kalma içgüdüleriyle hareket eden birer hayvandan farksız hale geliyor. Toplum, düzen ve insanlık kavramları, gözler kapandığında ne kadar kırılgan ve geçici, bunu görüyoruz.
Bu kitap sadece bir distopya değil, aynı zamanda bir uyarı. Medeniyetin ince bir iplik üzerinde yürüdüğünü, o iplik koptuğunda geriye kalanın sadece ilkel bir savaş olduğunu gösteriyor. Saramago'nun gözünden körlük, toplumun yüzleşmekten kaçtığı tüm karanlık yanları, bastırdığı korkular ve yozlaşmaları açığa çıkarıyor.
Körlük, okuyucuya yalnızca karanlığın içindeki kaosu değil, o kaostan nasıl kurtulunabileceğini de sorgulatıyor. Ancak, kurtuluş mümkün mü, o konuda şüpheci olmayı sürdürüyor. Bu roman, belki de en acımasız şekilde bize hatırlatıyor: Gerçek körlük, görememek değil, görmek istememek.