Zira dünya bir bulut gölgesi veya bir rüya gibidir. Denilmiştir ki: “Dünya, dünyanın aleyhine işler.” Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Dünya’da bir yabancı veya bir yolcu gibi ol.”36 Hikmetli bir sözde şöyle denmiştir: “Hayat ağacı, her geçen gün biraz daha kurur.” Hikmet sahiplerinden birisi şöyle demiştir: Her bir yeni gün, kendi yarınının getiricisidir/habercisidir ve her kişi elinin ve dilinin işlediği suçlardan hesaba çekilecektir. İmkân ve zamanını firsat bil, nefsini yine nefsin için hesaba çek ve bugünden yarınına hazırlan.
Hırs
Peygamber Efendimiz, sahâbilerine de şöyle demişti: Ben bu dünyada, bir ağacın altında gölgelenen, sonra da kalkıp giden bir yolcu gibiyim.
Sayfa 55
Reklam
Ağacın altında yatarken onu uyku bastırdı. Peygamber uyandığında karşısında kılıcını çekmiş bir adam buldu. Adam peygamberin haberini aldığı saldırının sorumlusu olan Muharib’in şefi Du’sur idi. “Ey Muhammed” dedi “Bugün seni bana karşı kim koruyacak” dedi.” Peygamber “Allah” dedi. Bunun üzerine Cebrail, beyazlar giymiş bir adam kılığında gözüktü ve adamı göğsünden iterek yere düşürdü. Kılıç adamın elinden düştü. Peygamber kılıcı aldı.
Alçak ve küçük bir bulut onların üstünde yavaş yavaş ilerliyor ve sürekli yolculardan bir veya ikisi ile güneşin arasında yer alıyordu. Büyük bir ilgiyle onların yaklaşmasını izledi. Fakat birden ilgisi şaşkınlığa dönüştü. Çünkü konakladıkları anda bulut hareket etmeyi durdurdu ve altında gölgeledikleri ağacın üstünde sabit olarak kaldı. Ağaç ise dallarını aşağı indirerek onların iki kat gölgede olmalarını sağlıyordu. Bahira böyle bir mucizenin önemli olduğunu biliyordu. Sadece yüce bir şahsiyetin varlığı bu olayı açıklayabilirdi ve o zaman beklenen peygamber aklına geldi. Sonunda gelmiş miydi? Bu yolcuların arasında olabilir miydi?
Bektâşîler
Vâhidî'nin Bektâşiler üzerine yazısı bu grubun ilk belgelenişidir. Vâhidî'nin betimlemesine göre Bektâşilerin kafa ve yüzleri tıraşlı idi. İki el eninde ve iki el boyunda beyaz keçeden on iki dilimli sivri kavuk gidiyorlardı. Bu kabuklar önden ve arkadan yarılmış tepede "Seyyid Gâzî taşı"ndan (lületaşı?) Yapılma omuzlarına kadar inen uzun yün püskülleri olan bir düğme ile süslenmişti. Kavuk kıvrımının dört yanında (1) "Lâ ilâhe illâllâh", (2) "Muhammed Resulullah", (3) "Ali Mürteza" ve "Hasan Hüseyin" yazılı idi. Dervişler kısa, basit keçe cüppe giyerlerdi. Davul, def ve sancak taşır, ilâhi söyler ve dua olurlardı. Bektâşîler, Vâhidî'nin bildirdiği gibi, bir ağacın tepesinde kırk yıllık zühd ve çilesi sonucu yüz ve başındaki bütün kılı yitirdiğine inandıkları tinsel önderleri Hâcı Bektâş'ın örneğine uyarak kafa ve yüzlerini tıraşlı tutardı. Kavuklarını Hâcı Bektâş'a boyun eğmişliklerinin simgesi olarak da giyerlerdi. Gene buna benzer bir biçimde kavuklardaki yazılar Peygamber, Ali, Hasan ve Hüseyin'i ululama aracı olarak tasarlanmıştı. Kavuktaki düğme insan kafası simgesi idi, çünkü Bektâşiler "kafaları kesik ölüler" (ser-bürîde mürde) idi: ölmeden önce ölmüşlerdi.
Peygamber hayatı, baştanaşağı bir medeniyettir. Hakikat medeniyetidir. Hakikat medeniyetini bir ağaca benzetirsek, o ağacın çekirdeği gibidir peygamber hayatı. Medeniyet, bu hayatın açılımından ibarettir.
Reklam
1.000 öğeden 681 ile 690 arasındakiler gösteriliyor.