Yedigey "ne biçim insanlar bunlar !" diye söylendi nefretle. " Ne hale gelmiş bu nesil? Her şey önemli ama ölüm önemli değil! " Ve, kendi kendine soruyordu:"Eğer ölümün onlar için hiçbir önemi yoksa, yaşamanın da yoktur. Öyleyse niçin ve nasıl yaşıyor bu insanlar ? "
*Ya yaratıcı sandıklarınız aslında yok ediciyse* Yasak elma'yı yeme cesaretini, Adem ve Havva'nın yüreğine serpen günahkar kimdir ? Ya da Kabil'i kardeş katline götüren günahın sebebi ve onun cennet bahçesinin doğusuna, Nod ülkesine hapsoluşunun nedeni nedir ? İşte bu soruların cevabı belki de sonsuzluğun içinde kayıp gidecek. Ama 'denge' ...
Yeryüzünde dengeleri sağlayan siyah ve beyaz, iyi ve kötü, yok eden ve var eden kavramlarının zıtlıklarında barınan ara kavramların gizemi, çözülmesi güç bir 'sır' olarak çıktı karşıma. Yeryüzünün eşsiz güzelliğini yaratan ve onu tamamlayan muazzam kudretin, denge unsurlarında var olan tezatlar, yok eden ruhlara karşı var eden ruhlar...
'Yok ediciler'e inat, var etmeye ant içmiş olan 'var edici' ruhların yaratmak uğruna verdiği kutsal mücadele, nihayet muazzam bir dünyanın kapılarını araladı zihnimde.
Bay Jones'un özel hayvanı olan Moses, ispiyoncu, dedikoducu bir hayvandı ama ağzı iyi laf yapardı. Moses'in uydurduğu hikayeye göre, tüm hayvanların öldüklerinde gittiği, "Ancak" adı verilen gizemli bir ülke vardı. Bu ülke gökyüzünde bir yerde, bulutların az ötesindeydi. Ancak da her gün pazardı, dört mevsim boyunca her yerde yoncalar vardı; sık ağaçların ve çalıların üzerlerinde kesme şekerden ve keten tohumu küspesinden bol başka bir şey yoktu. Aslında hayvanlar, sürekli hikayeler, masallar anlattığı ve hiç çalışmadığı için Moses'den nefret ediyorlardı ama yine de ancak hikayesine inananlar da oldu. Domuzlar, onları böyle bir yer olmadığına ikna edebilmek için çok uğraştılar.
"Tropiklerde,o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki gibi, dönüşebilir, çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir."
Günlerden bir gün, başka bir gezginle karşılaştım.
O da biraz deliydi, bu yüzden benimle aynen şöyle konuştu:
'Ben bir gezginim. Çoğu zaman tıpkı yeryüzünü cücelerin arasında geziyormuşum gibidir. Benim başımınz yeryüzüne onların başından yetmiş kez daha uzak olmasından ötürü, daha özgür ve ileri fikirler üretebilirim. Fakat aslında ben insanların arasında değil onların üstünde gezerim, onlarınsa bana dair tek görebildikleri açık alanlarında bıraktığım ayak izlerimdir. Birçok kez duymuşumdur onların benim ayak izlerimin şekli ve boyutu hakkında konuşup tartıştıklarını. Çünkü bazıları şöyle derdi:' Bu ayak izleri, geçmişte yeryüzünde dolaşmış mamutların izleridir,' ve diğerleri de, 'Hayır! buralardaki izler uzaktaki yıldızlardan düşen göktaşlarının izleridir,' diye karşı çıkardı. Dostum, ancak senin de çok iyi bildiğin gibi, bunlar bir gezginin ayak izlerinden başka bir şey değildir.'
Neden seçtim bana öldüresiye düşman bu kenti ? Insan acısından lif lif dokunmuş kırmızı peleriniyle benliğimi sarıp sarmalayan, keskin dişlerini karnaval maskelerinin ardına gizleyen Rio de Janeiro'yu ? Yalnızca tek bir şey adına güvenli suları terk eder, kendi köklerimizi keseriz. Adem'in, uğruna ölümsüzlüğü teptiği tek şey adına: BiLİNMEYEN.