Duygusal anlamda ihmal edilen insanlar iyi birer dinleyicidirler. Ancak konuşmakta özellikle de kendileriyle ilgili bir şeyler anlatmakta çok iyi değillerdir. Aslında bu şekilde hayatlarindaki önemli bir besin kaynağını kesip atarlar. Her şeyden önce duygusal bağ hayatın özüdür ve hayatı yaşamaya değer kılar.
“Bir kuşun sesini gerçek anlamda dinlememize, bir sonbahar yaprağının görkemini derinden görmemize, başka birinin yüregine dokunmamıza ve onun bize dokunmasına izin veren şey sadece bir dikkat verme olayıdır.” Christina Feldman & Jack Kornfıeld
Tepkisel canlılar olduğumuz özelliklerde, korku anlarında öfke ile cevap veririz. Öfke tepkisellerimiz son derecede evrenseldir. Korkuya verdiğimiz yüz mimik cevapları yağmur ormanlarında yaşayan yerlilerde ve plazada yaşayan CEO'larda aynıdır. Öfkeyle ilgili vücut hareketleri de aynı derecede benzerdir Nefret ise öfkeden farklı olarak anlık bir duygu meselesi değildir. İçinde anlam, kurgu, plan gibi ek unsurlar barındırır ve onun diğer canlılarda olduğu söylenemez. Sonuçta plan ve kurgu yapabilen tek canlı biziz.
umarım bir gün; hayat ile ve kişilerle karşılıklı olarak birbirimizi sarabiliriz,,, buna bağlı olarak farklı zamanlardaki fotoğraflarımda o anki psikolojilerimi hatırlıyorum da hemen hepsinde yüzümde duygusuz bir gülümseme¹ ama aslında hepsinde bir şeyleri düşünüş, bir şeylerin olmayışı, hep bir geç kalış... böyle açıklayınca pek somut olmuyor ama bir gün enerjimi kazandığımda somutlaştırabileceğim
¹:
Nerede iki insan gördümse,orada bir güç istemci, kudret gördüm.Uşagın istencinde bile efendi olma isteği gördüm.Daha güçlü olanın iradesi, zayıfı hizmet etmeye ikna eder.
Friedrich Nietzsche
Vücudumuz aslında süreklilik üzerine kurulmuş çok güçlü bir sistemdir ve geçici olarak dışsal bir sistemin etkisi altında kalsa bile, belirli bir süre geçtiğinde, tabir yerindeyse, alarm zilleri çalmaya başlar ve özünde sahip olduğu süreklilik
sistemini bloke eden dışsal etmen, söz konusu olayda uyku durumunu devre dışı bırakmak üzere acil durum işlevleri çalışmaya başlar.
Din öğesinin ağır bastığı geleneksel otoriter kültür, demokratik bir toplumun temelinde yatan iletişim becerilerini içermez. Demokratik yaşam, yeni iletişim becerilerini öğrenmeyi zorunlu kılar. İletişim becerileri boşlukta oluşmaz; yeni bir dünya ve yaşam anlayışı içinde doğar ve gelişir.