Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

İsmail SARIKAYA

Aşk, kader ve yaptığımız seçimler hakkında bildiklerimi öğrenmem çok uzun sürdü, dünyanın pek çok yerini dolaşmam gerekti ama hepsinin özünü bir anda, bir duvara zincirlenmiş halde işkence görürken kavradım.
Reklam
Bütün manzara, ya da geriye kalan her şey ıssızlıktan ibaret. Kıvrı­ mın sonu, saban sürülemeyecek kadar dik ve taşlı doğu sırtının altına doğru uzanıyordu. Çoğunlukla kayın ağaçlarından oluşan uzun bir ko­ ruyu birazcık aşıyordu. Tarla, bir ağaç duvarının aşağısında batıya doğru bir eğim oluşturuyor ve engebesiz geniş bir arazi, Fishacre Yolu'nun açık kapısına iniyordu. S
Kriz özellikle yaşlı olanın ölmesi ve yeni olanın ise doğamamasından çıkar; bu ara dönemde çok çeşitli marazi belirtiler kendini gösterir. Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Asırlarca dolaştıktan sonra eve, ona dönüyorum Sevgili annemin a yaklarının dibinde sunumumu yapacağım: Evini, yağmalayıp talan ettikleri kutsal mekanlarını yeniden inşa edeceğim Abanoz, tunç ve pişmiş toprakla güzel l eştireceğim Bu son dörtlüğü defalarca okudum. Zavallı siyah anne! Be­ bek oğlunun büyüyüp onu rahat ettirmesini, utanç ve ihmalle geçen yılları telaf i etmesini öyle uzun zaman bekledi ki . . . Oysa bunca ümit bağladığı oğlu sonunda bir ŞefNanga oldu. "Zavallı siyah anne!" dedim.
Ardından Şef Nanga birdenbire gönül alı cı, babacan bir ses tonuyla biz gençlere büyük ülkemizin gelecek liderlerinin bizler olduğunu hatırlattı. "Bana saygı duyup duymamanız umurumda değil," dedi, "ama halkımızın bir deyişi vardır: sen bugünün kralına saygı duyarsan, sıra sana geldiğinde diğerleri de sana saygı duyar . . . Artık içeri girelim."
Reklam
Bağımsızlığın ilanından sonra ülkedeki yaygın görüş şuydu: Ne bildiğin değil, kimi tanıdığın önemliydi. İnanın bana, bu asılsız bir kanı değildi ve benim gibi, Büyük Adamlara dalkavukluk etmeye tenezzül etmeyenler için büyük bir problemdi. Hatta 27 şehirde ücretsiz konut, araba vs. imkanları sunan gösterişli bir memuriyet yerine, köyde bir özel okulda öğretmenliği tercih et­ memin bir nedeni de kendime özerklik kazandırabilmekti. Do­ layısıyla Bakan'a, Londra'da lisansüstü eğitim sertif i kası almak için bursa başvurduğumu söylerken onun yardımını istemek aklımın ucundan bile geçmemişti.
"Bugünden itibaren zor kazandığımız özgürlüğümüzü has­ sasiyetle gözetip korumalıyız. Kaderimizi ve Afrika'nın kaderi­ ni bir daha asla üç kuruş için annelerini bile satmaktan çekin­ meyecek Batı eğitimli, züppe entelektüellerden oluşan melez sınıf a emanet etmemeliyiz ... "
Temmuz 1 950. Hiçbir zaman mutlu olmayabilirim, ama bu gece . halimden memnunum. Boş bir ev, güneşte çilek dikmekle geçirilen bir günün ılık, puslu bezginliği, bir bardak serin, şekerli süt, sığ bir tabak kremaya bulanmış böğürtlenler, hepsi bu. lnsan­ lann kitapsız, okulsuz nasıl yaşayabildiklerini şimdi anlıyorum. in­ san günün sonunda böylesine yorgun düşmüş olursa uyumak zorundadır. Er t esi gün tan sökümünde, dikilecek başka çilekler vardır; böylece insan, toprağa yakın, yaşamayı sürdürür. Böyle zamanlarda daha çoğunu istediğim için kendime aptal demek gelir içimden ...
"Fakat bu zaten en derin işaret!" diye hayretle bağırdı Fenya. "Zaten en büyük yanılgı 'ruhun', 'zihnin' ve insan ilişkilerindeki diğer bütün güzel şeylerin adı her neyse, bun­ların daha derin ve değerli olduğuna inanmak. Hayır, ben gayet iyi biliyorum! Özellikle de zihinsellik kesinlikle daha değerli değil, aksine en kaba, en bayağı olandır; hiç ayrım yapmadan her türden insana o soğuk ilgiyle yapışıp soğu­rur , ilginç olanı tükettikten sonra da bırakıverir. Bunu ben de çok yaptım, yazık! Ama sözüm ona ruhsal arkadaşlıklar denilenler de böyledir! Biraz daha seçicidirler, fakat bu tür arkadaşlığı da pek çok insanla kurabilirsiniz, peş peşe gele­ bilirler, çünkü bunlarda da bir insanın sadece bir parçasını alıp, siz de sadece bir parçanızı verirsiniz. Aklınız başınızda­ dır, tamahkarsınızdır veya kanaatkarsınızdır."
Birkaç gündür aklımı kurcalayıp duran geziyi gerçekleştirme olasılığım gitgide artıyor. Bay Farraday’in Ford’uyla tek başıma çıkacağım bir gezi bu; tasarladığım kadarıyla, İngiltere’nin en güzel kırlık yörelerini aşıp güneybatı kıyılarına kadar sürecek, böylece Darlington Malikânesi’nden beş altı gün kadar uzak kalmama neden olacak bir yolculuk.
Reklam
Elektrikli ekmek kızartıcısına asla alışamazdı, zira o zaman ateşin karşına çömelemezdi; korun sanki canlı bir varlıktan ge­len esrarengiz solumasını dinlemeyi seviyordu; ateş yanarken ev­de başka hiç kimse olmasa bile kendini yalnız hissetmiyordu.
Haber sabah gelmişti. Yaşlı kadın odun ateşinde ekmek kızar­tıyordu.
Breuer kendi kendine, “Evet, dön de kendine bir bak, aptal adam!” dedi. “Dünyanın dört bir yanından bir sürü insan, ölmeden önce bu güzelliği göreyim diye Venedik’e geliyor.” Sırf bakmayı ihmal ettiği için yaşamında neler kaçırdığını düşündü. Yoksa bakmış da görememiş miydi? Dün, Murano Adası’nda tek başına bir saat kadar dolaştıktan sonra şöyle bir düşündüğünde hiçbir şey görmediğinin, beynine hiçbir şey kaydetmediğinin ayırdına varmıştı.
Cafe Sorrento’nun diğer masaları kahvaltı etmekte olan insanlarla doluydu; çoğu turist ve çoğu yaşlıydı. Kimileri bir ellerinde kahve fincanı diğerinde de gazete tutuyorlardı. Masaların arka tarafında buz mavisi güvercin kümeleri havada süzülüp dalışa geçiyorlardı. Kıyıda sıralı muhteşem sarayların yansılarının oynaştığı Büyük Kanal’ın sakinliğini bozan tek şey yanaşan gondolların oluşturduğu dalgalardı. Kimi baş, kimi kıç tarafından palamarlanmış hâlâ uykuda olan gondollarsa, sanki dev bir el tarafından gelişigüzel kıyıya saplanmış mızrakları andırıyordu.
San Salvatore’nin çanları Josef Breuer’i daldığı düşüncelerden sıyırdı. Yeleğinin cebinden ağır altın saatini çıkardı. Saat, tam dokuz. Önceki gün kendisine ulaşan kenarları gümüş yaldızlı küçük karttaki yazıyı bir kez daha okudu.
1.777 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.