Kaybetmek yüklemini böyle öğrenmemiştik oysa. Oyuncak kaybederdik, oyunda kaybederdik, masumdu kaybetmek. Bir şey kaybedince birkaç gün üzülür, arkasından ağlardık, sonra unuturduk. Uyuyunca geçeceğine inandırmışlardı bizi, uyurduk geçerdi. Oysa bir insanı kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu hiç tecrübe etmemiştik. Hayatından birileri gidenler yaşları kaç olursa olsun büyürler, biz de büyüdük. Keşke yine çocuk olsaydık da kaybettiğimiz bir oyuncaktan, bir oyundan ibaret olsaydı... Şimdi umudumuz, inancımız, güvenimiz kayıp... Kalbimiz, çocukluğumuz, geleceğimiz kayıp...
Sonsuz değildir hiçbir duygu. Her acı gibi her mutluluk da ölür bir gün. Faili meçhuldur, suçlusu aranmaz. Kimi zaman daha büyük mutluluklara yer açabilmek içindir, kimi zaman da bir kaza eseri... Hep geçerli bir sebebi vardır kabullenilmeyi bekleyen. Çünkü giden ancak böyle uğurlanır yürekten.
Ancak güçlülere özgü bir eylemdir affetmek. Gidene kalbinde bıraktığı tüm izlere rağmen hakkını helal etmek...Bu yüzden gidenden çok kalanın omuzlarına binen bir yüktür ayrılık. Onu kabullenme ve affetme sorumluluğu hep kalanın payına düşendir.
Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde Yalnız olsam ağlardım, ama annem bakıyordu.. Otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime Anne, dedim, hadi çay koy da içelim...
Haklısın... Bazen yolunda gitmez hiçbir şey... Bir yanın cehennem, diğer yanın uçurum görünür sana. Adım atmak cesaret, kalmaksa fedakârlık ister...
Tam da uyanmak zamanıdır işte şimdi...