"bana ‘Kürt’ diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakikî ve civanmert bin Türk gencini işhat edebilirim [şahit gösterebilirim].”
Bediüzzaman, bir kalem ve kelâm erbabı olarak hem İngilizlerle, hem de işbirlikçileriyle mücadele içinde bulundu. Bu mücadelenin boyutları kim bilir ne seviyeye çıktı ki, bir gün, İngilizlere karşı duyduğu derin nefretin sebebi soruldu: “Sebep bir değil, bindir... Bana en ziyade [en çok] şedit [şiddetli] görünen, manen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Secaya-yı seyyieyi [kötü karakteri] içimizde inkişaf ettirdi [geliştirdi].”
Reklam
'yok'u düşünmek. Hiçbir şey düşünmüyorum' diyorum; - bu Brentano'nun sandığı gibi, düşüncenin objesi yok, öyleyse düşünme edimi de yok, mu demek? Kaç gündür bunu düşünüyorum ve hiçbir şey düşünmüyorum'u düşünmeye çalışıyorum. Dil, Brentano'yu yanlış yönlendiriyor. 'Yok-düşünce'nin bir zihin boşluğu olduğunu düşünüyor olması, 'yok'un aldatması değil midir? Düşünme ediminin hiçbir kayıt ve koşulda objesiz olamayacağını düşünüyorum. Burada Kartezyen bir tekinsizlik var gibi geliyor bana. Cogito ergo sum'u Brentano gibi tersinden okuma şunu mu gösteriyor: non cogito ergo non sum: düşünmüyorum, öyleyse yok'um! Cogito ergo sum önermesi doğruysa, non cogito ergo non sum yanlıştır. Non cogito ergo non sum yanlışsa, objesi olmayan düşüncenin, düşünce olmaması da yanlıştır. Brentano'nun yanılgısı [mı?] 'Öyleyse yok'um!' Yok'luk bir düşünce objesidir, ama 'orada-var-olan'la [Dasein] idrak edilir.
Sayfa 30 - Yapı Kredi Yayınları, 1. basım
derûnî âhenk ve etki-söz Yahya Kemal'in 'derûnî âhenk'ine [Rahip Bremond'un rythme intérieur'üne] dil felsefesi bağlamında bir karşılık bulunabilir mi? 'Derûnî âhenk', adı üzerinde, bir müzik, dolayısıyla da ses'in kullanımı sorunudur; - şiirde sentaksın [Yahya Kemal'in deyişiyle; istif'in], sözcüklerin eklemleniş tarzına ilişkin yapısına içkin olarak ürettiği bir derin ritim. Yahya Kemal'in, Nedim'in, “dökülen mey, kırılan şîşe-i rindan olsun”, dizesini örnekleyerek söylediği gibi, bu dize şedîd bir hazzı imleyen [bir] insanlık durumunu dilegetirir. Bu dize, bana göre elbet, tastamam bir esrime, yine Yahya Kemal gibi söylersem, edânın hazzıyla harab olma durumudur; - belki de, deyiş yerindeyse, edânın [sessel] müedda'ya uygunluğunu öngörerek, çakırkeyif bir ağızla okunması gerekir. Tıpkı, Tanpınar'ın, Fuzulî'nin, “esîr-i gurbetiz biz, senden özge âşinâmız yok.” dizesi için söylediklerinden yola çıkarak bu dizenin de hüzünlü bir içlenme sesiyle okunması gerektiği gibi... Sorum şuydu: 'Derûnî âhenk', dil felsefesi bağlamında temellendirilebilir mi? J. L. Austin'in [ve sonrasında John Searle'ün], 'edim-söz' [speech act] kuramı, bu temellendirmeyi olanaklı kılabilir. Austin'in önerisi, tümcelerin konuşma dilinde sözel olarak dile getiriliş biçiminin, belirli bir heyecan [ben 'insanlık durumu' demeyi tercih ediyorum!] durumunu [öfke, hüzün, sevinç, neşe, kırgınlık vd.] imlediğidir: Söz'ün etkisi; - 'etki-söz edimi' [perlocutionary act].
Sayfa 27 - Yapı Kredi Yayınları, 1. basım
Ellerin bana hep güven veriyordu. Tehdit etmediği, elimi tuttuğu, kahve içtiğin zaman fincanı tuttuğun zamanlarda. Ara sıra da bir sigara tellendirdiğinde.
Sayfa 93 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Aynı gökyüzü altında yaşıyor olmak mutluluğu derler ya, bu bile bana yeter.
Sayfa 72 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Reklam
1,000 öğeden 971 ile 980 arasındakiler gösteriliyor.