Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün 'neden' yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar. 'Başlar', işte bu önemli. Bıkkınlık makinemsi bir yaşamın edimlerin sonundadır ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır. Uyanışın ardından sonuç gelir zamanla; intihar ya da iyileşme. Tek başına ele alınınca bıkkınlıkta tiksindirici bir şey vardır.
Gülüp eğlenmeliydim,
Su gibi akmalıydım şu yaşımda.
Oysa ağır ağır düşünüyorum geleceği.
Kaç gecem daha böyle uykusuz geçecek?
Beni felaketler değil düşünmek mahvedecek.
Hakikaten şu insanlar pek müz’iç mahluklardı. Kendi akıllarının üstünlüğüne inanarak başkasına öğüt vermekten vazgeçmiyorlar, fakat kendi gülünçlüklerini, zavallılıklarını da bir türlü idrak edemiyorlardı.
Hapse katiller, hırsızlarla beraber fikir ve kanaat sahipleri de giriyor, fakat yığın bu iki zümreyi birbirinden ayıramıyor, yahut ayırma lüzumu görmüyor.