.... sufilerde ölüm, vatana dönüştür; hayat ise vatan hasreti.
Şöyle bir belleğimizi yoklayalım, ilginçtir ki, tüm kültürlerde, ister yalın ister karmaşık olsun, insanın bu dünyaya ait olmadığı bilinci vardır. Hermetik gelenekler, dinler, Yeni Eflâtuncu felsefe ve daha pek çok yaklaşım, insanın Yeryüzü'ne indirildiği, gönderildiği konusunda neredeyse ittifak hâlindedir. Yalnızca kadîm kültürler mi; varoluşçu felsefeyi düşünün, dünyaya atılmışlığı, varlık'ın ve hiçlik'in yarattığı bunalımı! Belki de bu duygu, insanî olmaklığın bir niteliğidir. Anımsıyorum, ateist, gün-görmüş bir bilim adamı, Artvin'de bir toplantıda "öldüğümde beni bu dağlara gömün; bu dağlarda dolaşıyor olayım" dediğinde, kendisine "öldüğünüzde bu dağlarda bir şey dolaşıyor olacak; ama bunun işaret edilebilecek bir 'siz' olduğundan şüpheliyim" diye yanıt verince, büyük bir bilgelikle "Evet! Her şey tamam da dostum, bana en ağır gelen yetmiş yılda oluşturduğum bu benlikten vazgeçmek, bu benliği kaybetmek; hiç olmak; gerçekten nedir bu benlik ki kaybolmak istemiyor" demişti. Benlik üzerine düşünmek, bir iğneyi kendi deliğinden geçirmeye çalışmak gibi bir şey.10
-----------------------------------------------
10 Bu deyişi İshak Arslana borçluyum. Ancak, benzetme müstahil anlamındaki bir olanaksızlığa değil, zorluğa işaret eder. Farkındalık (awareness) anlamındaki bilinç tüm canlılarda ortak iken, ben-idrâki (self-awareness) anlamındaki bilinç insana mahsustur. Teemmül (reflection) anlamındaki derin-düşünce ya da Türkçe'nin güzel ifadesiyle kendi-içine düşmek, yani düşünmek ise, insan olmanın alâmet-i farikasıdır. Derin-düşüncenin içeriğinin en önemli konularından biri "ne-re-y-e" sorusudur. Bu soru, yine insana has eskatolojinin kaynağıdır.