Cami ve mescitlerde yüksek sesle yitik soruşturmak, alışveriş yapmak ve şiir okumak caiz değildir. Bazı alimlere göre Cami içinde dilenciye sadaka vermek bile caiz değildir.
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyilikten menederler” [Tevbe sûresi (9), 67].
Mü’minlerin bu yöndeki nitelikleri ise şöyle anlatılır: “İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velileridir. İyiliği emrederler, kötülükten menederler” [Tevbe sûresi (9), 71].
Böylece Allah Teâlâ, mü’minler ile münafıkların farkının ma’rufu emir ve münkerden nehiy konusunda ortaya çıktığını bize apaçık bildirmektedir.
Son zamanlarda görülen büyük mermer kabir taşları ve hele hele o taşlar üzerine konan resimler ve uzunca yazılar, şiirler tamamen bid'attır, dinimizin tasvip etmediği bir durumdur. Bunun hiç kimseye bir faydası yoktur.
Resimli ve yazılı kumaşlardan elbise yapıp giymek doğru değildir. Bugün anlamı bilinmeyen yabancı kelimelerle doldurulmuş giysilerin fütursuzca giyildiğini gördükçe, yüce dinimizin ve sevgili Peygamberimiz'in onbeş asır öncesinden bildirdiği gerçeklerin nasıl çağlar üstü bir gerçeklik taşıdığını anlıyoruz.
`Ashâb-ı kiram , Allah'a karşı duydukları derin muhabbet ve hürmetten dolayı, küçük günahları bile helâk sebebi sayarlardı. Çünkü onlar hatanın küçüklüğüne değil, emrine karşı gelinen Allah'ın büyüklüğünü dikkate alırlardı.!
Hz. Ömer'in hilafeti zamanında bir adam, davranışlarını beğenmediği karısını şikâyet etmek üzere halifenin evine gelir. Kapının önüne oturur ve Hz. Ömer'in çıkmasını bekler. Derken içeriden bir gürültü kopar. Hz. Ömer'in hanımı koca halifeye bağırıp çağırmakta ve fakat Hz. Ömer ağzını açıp da karısına tek kelime söylememektedir. Bu hâli gören kapıdaki zavallı boynunu bükerek: "Bütün şiddetine ve sertliğine rağmen, üstelik mü'minlerin emiri iken Ömer'in hâli böyle olursa, benim derdime nasıl çare bulabilir" diye düşünür ve kalkıp giderken Hz. Ömer dışarı çıkar. Adamın arkasından:
- Hayrola, derdin neydi? diye seslenir. Adam da der ki:
- Ey mü'minlerin emiri! Karımın kötü huylarını ve bana olan saygısızlığını şikâyet etmek üzere gelmiştim. Senin karının da sana karşı olmadık sözler söylediğini duyunca vazgeçip geri döndüm ve kendi kendime: Mü'minlerin emiri karısıyla böyle olunca, benim derdime nasıl deva bulacak? dedim.
O zaman Hz. Ömer adama şunları söyledi:
- Kardeşim, karımın benim üzerimdeki hakları sebebiyle ona katlanmaya çalışıyorum. Zira o benim hem aşcım, hem fırıncım, hem çamaşırcım, hem de çocuklarımın süt annesidir. Halbuki o bütün bunları yapmak zorunda değildir. Üstelik gönlümün harama meyletmesine engel olan da odur. Bu sebeple onun yaptıklarına katlanıyorum. Bu sözleri duyan adam:
- Ey mü'minlerin emiri! Benim karım da aynen öyle, dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer adamı:
- Haydi kardeşim, karına katlanmaya bak! Hayat dediğin göz açıp kapayana kadar geçiyor! diye teselli etti.
(Zehebî, el-Kebair, s. 179).
Resûl-i Ekrem ﷺin evindeki hâlini dikkate alan İmâm Mâlik çok güzel bir prensip ortaya koymuştur. Der ki:
"Bir kimse kendisini aile fertlerine, dünyanın en sevimli insanı olarak kabul ettirmelidir."
İnsanlara kendini şekilillendirme özelliği verilmemiştir. Herkesin yüzünü dilediği gibi yaratan Allah Teâlâ'dır. Allah'ın yaptığı bir işi, bir tasarrufu beğenmemeye kalkmak büyük küstahlıktır.