Kalbini ve aklını aynı anda aynı frekansta kullanabilen insan çevresine duyarsız kalamaz, problemleri keşfeder ve duyguları ile o an için o sorunu hissetmeye başlar.
Ağaçtan düşmek elma için varoluş sürecinin son noktası ve olgunlaşmanın en güçlü göstergesidir. O an, yani düşme anı zorlu ve kapsamlı bir sürecin en sonudur. İşte buna “fikir” denir
Bir gün oğlu Süleyman'ı (Kanuni'yi) çok süslü görünce nükteli bir şekilde:
"-Oğlum, o kadar süslenmişsin ki, annene giyecek bir şey bırakmamışsın!.." dedi.
Yavuz'u, o korkunç Sina çölünde bir arslan; Mısır'a girişinde mütevazı, gözü yaşlı, şükreden bir mü'min; Üsküdar'da kendisini nefs muhasebesiyle yönlendiren ilahi ve deruni lezzetlere müstağrak bir derviş olarak görüyoruz.
İnsan bazen gitmek isterdi. Şu hayatta herkes en azından bir kere, her şeyi bırakıp gitmeyi düşünürdü. Başkası olmak ya da benliğine ulaşmak için illa bir yolculuğa çıkmam gerekli değildi belki de ama mutlak bir değişim için daha farklı bir çözüm de düşünemiyordum.
Hatıraların sadece birilerinin bize anlattıklarıyla değil, bizim de birilerine anlattıklarımızla inşa olduğunu fark ettiğimde, yaşadıklarımı anlatabileceğim hiç kimsenin olmadığını henüz bilmiyordum.
Kalbini bir kabir gibi hissetti o gün. Ama içine konulanı tüketen, yok eden, öğüten değil, her şeyin aslında bir başka biçimde var olmaya devam ettiği, gömdüğü şeyin geliştiği, büyüdüğü bir kabir gibiydi. Bütün kabirler öyle değil midir?