İNCİ ARAL 1 baba evi Orhan kemal 2 nazım hikmet memleketimden insan manzaları 3 mithat cemal Kuntay üç İstanbul 4 anna karenina leo Tolstoy 5 agustos ışığı wıllıam Faulkner 6 dalgalar Virginia woolf 7 altın defter dorıs lessıng 8 marguerıte yourcenar hadrianus un anıları 9 vladımır nabokov sebastıan knıghtın gerçek yaşamı 10 ıtalo
İnsanın nerede bulunduğu sorusunun aşırı önemsenmesi, insanların henüz sürüler halinde yaşadıkları ve yiyecek bulunabilecek yerleri ezberlemek zorunda oldukları zamanlardan kalmadır.
Reklam
Kırmızı bir burunla karşılaşan insanın neden yalnızca bu burnun kırmızı olduğu gibi hiç de kesin olmayan bir saptamayla yetindiğini ve konunun dalga uzunluğu aracılığıyla mikromilimetrik bir kesinlikle aydınlatılabilmesine karşın, bunun nasıl bir kırmızı olduğunu neden hiçbir zaman sormadığını akılda bulundurmak önemlidir; oysa, bundan çok daha karışık bir konuda, o anda bulunulan kentin nasıl bir kent olduğu konusunda, insan bunun hangi kent olduğunu hep tam bir kesinlikle bilmek ister. Bu, sadece dikkatimizi dağıtır, daha önemli şeyleri görmeyiz.
Demek ki kentin adına özel bir değer vermemek gerekiyor. Bütün büyük kentler gibi bu kent de düzensizlikten, değişimden, ilerlemeden, adım uyduramamadan, nesnelerin ve sorunların çatışmasından, bunların arasındaki dinginliğin dipsiz noktalarından, yollardan ve tıkanıklıklardan, büyük bir ritmik vuruştan, bütün ritimlerin birbiri karşısındaki sonsuz uyumsuzluklarından ve yer değiştirmelerinden oluşmaydı; bir bütün olarak ise binaların, yasaların, yönetmeliklerin ve tarihsel geleneklerin dayanıklı malzemesinden yapılma bir kapta kaynayan bir kabarcığa benziyordu.
İnsan açık kapılardan iyi geçmek isterse eğer, bu kapıların çerçevelerinin sağlam olmasına dikkat etmek zorundadır: Yaşlı profesörün yaşamına hep rehber edinmiş olduğu bu temel ilke, sadece gerçeklik duygusunun bir gereğidir. Ama eğer gerçeklik duygusu diye bir şey varsa -ki böyle bir duygunun varolma gerekçesinden kimse kuşku duymayacaktır-, o zaman olasılık duygusu diye adlandırılabilecek bir şeyin de varolması gerekir.
Olası bir yaşantı veya olası bir hakikat, eşittir gerçek yaşantı ve hakikat eksi onun' gerçeklik değer'i demek olmayıp, -en azından yandaşlarının düşüncesine göre,- içinde çok tanrısal bir yan, bir ateş, bir kanatlanma, bir inşa iradesi ve gerçeklikten ürkmeyen, ama gerçekliği bir görev ve yerine getirilecek bir buluş olarak da ele alan, bilinçli bir ütopizmi de içerir.
Reklam
Şimdi, gerçeklik duygusunun insanları ile olasılık duygusunun insanları arasında bir ayrım yapılmak istendiğinde, yalnızca belli bir miktar parayı düşünmek yeterlidir. Örneğin bin markın olasılıklar bağlamında içerdiği her şey, insan bu paraya sahip olsun ya da olmasın o bin markın içindedir; bu paranın Bay Ben'in veya Bay Sen'in elinde bulunması olgusu, bir güle ya da bir kadına fazladan ne getirirse, o paraya da o kadar getirir. Fakat, derler, gerçeklik duygusu insanları, bir kaçık bu parayı çorabına saklarken becerikli biri onunla bir şeyler yapar; bir kadının güzelliği bile, o kadına sahip olana göre, yadsınamaz bir biçimde bir şeyler kazanır veya yitirir. Olasılıkları uyandıran, gerçekliktir ve bunu yadsımaktan daha ters bir şey düşünülemez.
Örneğin bir başkasının zarar görmesine neden olan bir suçun ona sorumluluğun suçluya değil, fakat toplumun düzenine ait olduğu kusurlu bir edim diye gözükmesi rahatlıkla olasıdır.
Ve niteliklere sahip olma, o niteliklerin gerçekliğinden belli ölçüde mutluluk duymayı koşul kıldığından, bu durum kendi kendisine karşı da gerçeklik duygusu sergileyemeyen birinin, günün birinde yine kendi kendisine ansızın nasıl niteliksiz bir adam olarak görünebileceğini kuşbakışı görebilmeyi olanaklı kılmaktadır.
Vatanseverlik, Avusturya'da çok özel bir konuydu. Çünkü Alman çocukları yalnızca Avusturyalı çocukların savaşlarından nefret etmeyi öğrenirlerdi ve ayrıca onlara Fransız çocuklarının insanlıklarından çıkmış ayyaşların torunları oldukları öğretilirdi; koca sakallı bir Alman milisi üstlerine yürüdü mü, bunların binlercesi dağılıp kaçardı. Kazandıkları zaferler ötekilerinkinden geri kalmayan Fransız, Rus ve ingiliz çocukları da bu kez roller değişmiş olarak ve istenen değişiklikler de eklenerek aynı şeyleri öğrenirlerdi.
Reklam
Ulrich'in matematikçi olduğuna daha önce değinilmişti, bu konuda daha fazla şey söylemek gerekmiyor, çünkü para için değil, ama sevildiği için yapılan her meslekte bir an gelir, tırmanan yıllar sanki bir hiçliğe uzanıyormuş gibi gözükür.
Modern insan klinikte doğuyor ve klinikte ölüyordu: O halde aynı zamanda bir klinikte yaşamalıydı! - Bu istemi daha kısa süre önce ünlü bir yapı sanatçısı ortaya atmıştı, iç düzenleme alanında reform yapan bir başkası ise, insanın insana birlikte yaşayarak güvenmeyi öğrenmek zorunda olduğu ve kendini dıştan ayırarak kapanma hakkının bulunmadığı gerekçesiyle konutlarda sürmeli duvarlar istemişti. O sıralarda tam da yeni bir çağ başlamıştı (aslında her an bir yenisi başlar), ve yeni bir çağ yeni bir üslubu gereksinirdi.
İnsanın olanaklarına, planlarına ve duygularına önce önyargılar, görenekler, güçlükler ve her türden kısıtlamalarla, tıpkı bir delinin sırtına deli gömleğinin geçirilmesi gibi, sınırlar konulması gerekir, belki ancak bundan sonradır ki insanın ortaya koyabilecekleri kök salabilir, değer ve süreklilik kazanabilir; -bu düşüncenin taşıdığı anlamları görmezlikten gelmek, gerçekten de neredeyse olanaksızdır!
Ve insan, ne kadar aptalca olursa olsun, daha önce yapabildiği bir şeyi artık başaramıyorsa, bu tam anlamıyla elden ayaktan düşmek gibi bir şeydir.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.