Mustafa Kemal bütün bu noktalara rağmen, Rousseau'dan bazı konularda ayrılıyordu. Rousseau yasama organını "kalp" olarak görüyordu. Her şeyin yasama organına bağımlı olduğunu söylüyordu. Mustafa Kemal ise yürütmenin yasamanın üzerinde olduğunu düşünüyordu. Ona göre, her şey kanun yapmakla bitmiyordu. Aksine her şey o kanunları uygulamak ve uygulatmaktan ibaretti. Rousseau'nun düşüncelerini "ütopik" kılan en önemli nokta ise onun "doğrudan demokrasi"yi savunması ve istemesidir. Kanunlar birtakım kimseler tarafından hazırlansa bile, sonunda halkın kendisinin kabul etmediği her kanun hükümsüzdür ve kanun sayılamazdır. Kanunları hazırlayanlar halkın temsilcileri değil, fakat memurlarıdır, görevlileridir. Hiçbir şeye karar veremezler. Halk egemenliği teorisinde, yasama yetkisi halkın elindedir. Roussau'nun daha sonra kendisinin de kabul ettiği gibi "doğrudan demokrasi" ancak küçük devletlerde uygulanabilir.
Sayfa 372 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Motto’mdur.
Scipio Yunanistan'dan gelen ütopik düşüncelere duygusal bir inançla bağlıydı. Anlaşıldığına göre, daha sonraları "Ben insanım ve insana ilişkin hiçbir şeyin yabancısı değilim" deyişine dönüşecek olan ünlü Humanus sum tümcesi ilk kez onun evinde söylenmişti. Ve o tümce bir zamanlar Yunan'ın icat ettiği, çok sonraları da Fransız ideologları Voltaire, Diderot ve Rousseau'nun yeni baştan icat edecekleri hümanist kozmopolitizmin sürgit sloganıdır. Her devrimcilik ruhunun sloganıdır o tümce.
Sayfa 89 - Devrimlerin GünbatımıKitabı okudu
Reklam
Bu da çözüm değil
"Her yerde satılıyor, Cervantes'i, Sofokles'i, Sait Faik'i, Shakespeare'i okuyun. Siyasilerin ve medyanın sizlere sunmuş olduğu hayatı beğenmiyorsanız, kendinize Dostoyevski'den, Sartre'dan, Camus'den, Rousseau'dan oluşan bir hayat kurun."
Her türlü adalet Tanrı'dan gelir; adaletin kaynağı yalnız odur. Ama biz adaleti bu kadar yüksekten almasını bilseydik, ne hükümete ihtiyacımız olurdu ne de yasalara.
Deprem (ve benzerleri) gibi melanetlerin gerçek sorumlusu­nun bu türden melanetlere tabur tabur mağdur yığan eşitsizlikçi toplumsal sistemin ta kendisi olduğunu göstermiş olan Rousseau'dan beri, eşitsizlikçi sistemler zan altındadır. Ama Rousseau'dan beri bu sistemlerin en örgütlü yapı, kurum ve iliş­kilerini geliştirmiş kapitalizmin her krizden yenilenerek çıkma alışkanlığı da dillere destandır.
Sayfa 15 - Yordam Kitap, 2021.Kitabı okudu
Avrupa'nın "Batı" olarak tescil edilmesi, Batı'nın tüm insanlığın "ufku" olarak tanınması ve bunun mutlaklaştırılması, hassaten Aydınlanmacı bakış açısının "üst ilke" olarak benimsenmesi, Batı'nın ve Batılı olmanın evrenselleştirilmesi ve hatta insanlık için aşkınsal bir metafizik haline getirilmesi anlamına geliyordu. Durum böyle olunca hangi türden olursa olsun bir Batılı düşünür ölçü haline geliyordu. Gazali yerine Descartes'ten, Ibn Sinâ yerine Francis Bacon'dan, İbn Arabi yerine Spinozadan, Fahreddin Râzi yerine Leibniz'den, Ibn Heysem yerine Galileodan, Ebu Hanife yerine Jean Jacques Rousseau'dan, Tüsi yerine David Humedan söz ediyorsanız çağdaş ve medeni olarak tanımlanıyor ve en azından kınayıcılar tarafından kınananlardan olmuyordunuz. Herhangi bir Müslüman veya Doğulu veya Afrikalı düşünür. älim, "Batılılar gibi bakmak, görmek, düşünmek, yaşamak zorunda değiliz" dediğinde hemen dışlama mekanizmalarıyla dışlanır, hatta gündemin dışına atılır. En çok da kendi müstağripleri tarafından....
Dursun ÇiçekKitabı okudu
Reklam
Onsekizinci yüzyıl Fransız aydınlanma hareketinin pozitivist ve determinist yaklaşımınınJJ büyük ölçüde devamı olan ondokuzuncu yüzyıl sosyal bilim hareketleri, yirminci yüzyılın başında doğa bilimlerinde —özellikle fizik ve biyolojide— meydana gelen ve bilhassa determinizmin geçersizliğini gösteren büyük devrimlerden hiç etkilenmeden yirminci yüzyılın içine taşınmışlardı. Gene onsekizinci yüzyılın sonunda JeanJacques Rousseau'nun (1712-1778) hissi akıldan üstün gören bilim düşmanı düşüncelerinin doğurduğu romantizm akımı, ondokuzuncu yüzyılın ilk otuz yılı içinde pozitivizm ile ilginç bir sentez oluşturmuş, felsefede G. W. F. Hegel'in (1770-1831) ekolünden türeyen hem sağ hem de sol politik doktrinleri, tarihçilikte Leopold von Ranke'nin (1795-1886) ilahi pozitivizmi denebilecek öğretileri doğurmuştu. Bu akımlar yirminci yüzyılın irrasyonel sosyal kuramlarına kaynak oldukları için, Mustafa Kemal yalnız askeri değil, çok ciddi, hatta kronik, sosyal ve kültürel sorunları bulunan ortaçağ kalıntısı bir imparatorluğun genç bir subayı olarak kendini bu irrasyonel fikirlerle çevrili buldu. Osmanlı İmparatorluğu düşünürleri arasında yirminci yüzyılın başında hakim olan irrasyonel fikirler, yalnız Avrupa'dan ithal edilen romantik/pozitivist karması olanlar değildi. Osmanlı İmparatorluğunun kökleri, hemen tamamen irrasyonel geleneklerden oluşan doğulu bir toprak tarafından besleniyordu. Tutucu irrasyonalistler bu köklere sarılıyor, kendini ilerici sananlar ise Avrupa'dan ithal edilen irrasyonalist fikirlerden medet umuyorlardı.
Sayfa 14 - GirişKitabı okudu
"Efrayim'li Levili, karısının ölümünün öcünü almak istediğinde İsrail'in kabilelerine hiçbir şey yazmadı; kadının cesedini on iki parçaya böldü ve onlara gönderdi. Bu korkunç görüntü karşısında silahlarını kuşandılar ve hep bir ağızdan bağırdılar: 'İsrailoğulları Mısır'dan çıktığından beri böyle bir şey olmamış görülmemiştir'. "
İş Bankası YayınlarıKitabı okudu
“Her büyük servetin arkasında bir suç gizlidir ” diyen Balzac ‘tan “mülkiyet hırsızlıktır diyen Proudhon ‘a; eşitsizliğin kaynağını ,etrafını çevirdiği toprakları kendinin kabul ederek ,eline aldığı sopayla burayı koruyan ilk insanda gören Rousseau ‘dan “banka soymak değil ,banka kurmak suçtur ” diyen Bakunin’e …toplum paranın ve sopanın iktidarının —iktisadın ve politikanın yegane temeli olarak suçun tarihidir .
Ah, yemin ediyorum, sizler Voltaire'den de akıllısınız, Rousseau'dan da duygusalsınız, Alkibiades'ten, Don Juan'dan, Lucretius'tan, Juliet'ten ve Beatrice'ten kat kat çekicisiniz! Böyle olduğunuza inanmıyor musunuz? Ne var ki sizin derdiniz ne kadar güzel olduğunuzu fark etmemenizdir!
Sayfa 191 - Yapı Kredi Yayınları
Reklam
"Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" diyen kimdir? Yine yanlış. O değil. Muhtemelen tarih dersinde gördüğünüz şeyi dün gibi hatır- lıyorsunuz: "1789 yılıydı ve Fransız Devrimi tüm hızıyla cere- yan etmekteydi. Paris'teki yoksullar ayaklandı, çünkü yiyecek ekmekleri yoktu. Bu sırada Kraliçe Marie Antoinette (katı yü- rekli
Sayfa 35
Diderot, Encyclopédie'de, amacın 'genel düşünme biçimini değiştirmek' olduğunu yazdı. Aydınlanma düşünürleri, yönetici sınıf entelektüelleri de dahil, entelektüellerin düşüncelerine çok başarılı bir şekilde meydan okudular ve bu, iki yüzyıl önceki Reformasyon'un meydan okuyuşun dan çok daha uzak erimli bir meydan okuyuştu. 1780'lere gelindiğinde Voltaire ve Rousseau'nun eserleri 'muazzam bir kitle'ye hitap ediyordu ve Encyclopédie'nin ucuz (çoğu kez korsan) kopyaları, Diderot'nun kendisinin hiç ummadığı kadar çok sattı. Ansiklopedi 'eski rejim'in burjuvaları arasın da yayıldı' ve 'ilerici bir ideoloji... toplumsal yapının en arkaik ve en aşınmış kesimlerine nüfuz etti. Bununla birlikte Aydınlanma düşünürleri, toplu mu ıslah etme amaçlarını gerçekleştirmede pek de başarılı olamadılar. Öyle görünüyor ki Voltaire 1778'de öldüğünde umudu kırılmıştı. Altı yıl sonra Kant, her ne kadar 'Aydınlanma Çağı'nda yaşıyorsa da ... çağın kendisinin aydınlanmamış olduğuna' değindi. Düşünceleri değiştirmek, toplumu değiştirmekle aynı şey değildi. Bu değişikliği yaratmak için bir başka devrimler ve iç savaşlar dönemi gerekiyordu.
Sayfa 245Kitabı okudu
"Her büyük servetin arkasında bir suç gizlidir" diyen Balzac'tan, "mülkiyet hırsızlıktır" diyen Proudhon'a; eşitsizliğin kaynağını, etrafını çevirdiği toprakları kendinin kabul ederek, eline aldığı sopayla burayı koruyan ilk insanda gören Rousseau'dan, "banka soymak değil, banka kurmak suçtur" diyen Bakunin'e... toplum tarihi, paranın ve sopanın iktidarının -iktisadın ve politikanın- yegâne temeli olarak suçun tarihidir.
Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla.. Ben kalemle doğmuşum. Insanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım. Kelimelerle munisleştirmek istedim düşman bir dünyayı. Şiirle başladım edebiyata, cıvıldıyan bir kuş kadar rahattım yazarken, kulaklarımda bir ses uğulduyordu, etrafımdakilerin duymadığı bir ses. Ve defterler kendiliğinden doluyordu.
Sayfa 283 - İletişim yayınlarıKitabı okudu
630 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.