İlk romanı olan 1846 yılında yayınlanan "İnsancıklar".
Askeri mühendis, Petersburg'a yeni gelmiş ve bu şehrin kokuşmuşluğunu, lağım gibi olduğunu, insanlar arasında statü farkının olduğunu görmüş ve tüm bu içinde yaşadığı, şehrin verdiği bu buhranı "İnsancıklar" kitabına sığdırmış.
2 insan, ikisi de yoksul, ikisi de zayıf karakterli, ikisi de kendi iç dünyalarında kendilerini yok sayıyor.
Birbirini seven iki ezilmiş ruhun konuşmaları. Makar "kızın gibi görüyorum seni Varvara" dese de ben buna inanmak istemedim. Sanki aşkın doğurduğu bir sevgi vardı. Fakat dost sevgisi de değildi. Garip hissettirdi bana.
Kitabın bir bölümünde Varvara'nın babasının ölümünden sonra annesiyle yaşadığı evi anlatıyor. En çok dikkatimi çeken, bir insanın bu kadara kadar düşmesi ve aynı zamanda içinde garip bir mutluluk yaşaması beni garip yerlere götürdü.
Petkonya'nın babası. Bu adamın ruh halini okudukça, hissettikçe kalbime sanki binlerce iğne batıyormuş gibi oldu.
Dostoyevski'ye orta okulda Suç ve Ceza ile başlamıştım. Yeraltından Notlar ile devam edip, bırakmıştım. Şimdi İnsancıklar ile tüm külliyatı bitirmek için tekrar başladım. Bu kitap beni böylesine heyecanlandırdı ki diğer kitaplarını delicesine merak etmiyor değilim.
Keyifli okumalar.