aynaya karşı ben :)
Çok zekisin sen! Öyle güzel, öyle bilgili konuşuyorsun ki seni saatlerce dinleyebilirim!
Sayfa 348 - pdfKitabı okudu
Ya anlattığı hikayeler, hiçbir çaba göstermeden dudaklarından dökülen şiirler! Saatlerce dinleyebilirim ama benim tanıdığım kızdan öyle farklı ki.
Reklam
Karışınca uğultusu fırtınanın, Saatlerce dinleyebilirim.
Sayfa 47 - Kolektif Kitap, 9. Baskı, Eylül 2021, İstanbul
Onlar, milletimizin karşısına, hep bir, "ilâh Atatürk" koymuşlardır. Bu çok yanlış bir uygulamadır. 21. yüzyılda, Atatürk konusunda, artık biz de, daha doğru, daha medenî ölçüler içerisinde düşünmek, yazmak, konuşmak mecburiyetindeyiz. Meselâ ben, bir kimsenin, akla, mantığa, müsbet ilimlere dayanarak, Atatürk'ü saatlerce tenkid etmesine katlanabilirim. Hatta o kişiyi zevkle dinleyebilirim. Ama aynı kimsenin, Atatürk'e birkaç kelimeyle hakâret etmesine tahammül edemem. Atatürk konusunda, devletimizin resmî görüşüne de kat'iyyen katılamam. Devletimiz "insan Atatürk" yerine, çok yanlış, çok lüzumsuz bir inatla, bize "ilâh Atatürk" dayatmasın da bulunduğu için, Atatürk'e devletimizin gözüyle bakamam. Beş-on mankafa, beş-on ruhsuz, köksüz, imansız dışında kimseye "ilâh Atatürk'ü" sevdiremeyiz, kabul ettiremeyiz! Bu yanlıştan, vazgeçmeliyiz.
 “İzmir’de Devlet Tiyatrosu elemanlarıyla aynı otelde kalıyorduk. Bir akşam lobide ünlü solcu tiyatrocu Yıldırım Önal’la karşılaştık. Biz Necip Fazıl’ın Abdulhamit Han isimli eserini sahneye koyuyorduk. Önal, bizim tiyatro bilmediğimizi, tiyatro yapmaya kalkmakla halkı tiyatrodan soğuttuğumuzu söyleyince, ben de Hilmi’yi çağırıp onunla tanıştırdım. Dedim ki ‘bu bizim malzemecimizdir, asıl mesleği işportacılıktır. Konuşun bakalım, bizde tiyatro bilgisi var mı yok mu?’ Önal, Hilmi’yi küçümser bir tavırla, ‘Tiyatro nedir’ diye sordu. O, malum tavrını takınıp, hecelerin üzerine basa basa ‘Tiyatro kelimesinin etimolojik manası’ diyerek söze girdi, tiyatronun Eski Yunan’ın hangi şehrinde, hangi akasya ağacının altında, hangi aktörler tarafından, kimin piyesini oynamakla başladığını belirterek giriş yaptı ve okyanusa dalar gibi, Eski Yunan’a daldı. Tiyatronun gelişim sürecinde daha Eski Yunan’ın son yüzyılına henüz geldiğinde saat sabahın üçü olmuştu. Önal, kızarmış gözlerini oğuşturarak “Saat dokuzdan beri dinliyorum. Çok yorgun olmasam daha saatlerce dinleyebilirim. Çok özür diliyorum, ben sizi hiç tanımıyormuşum, sizde tiyatro, edebiyat, tarih, her şey var.” dedi
*Oturup konuşsa saatlerce dinleyebilirim*
“Şöyle durup şeylere baksan... baksan diyorum, düşünmek, eleş­tirmek değil... dünya kesinkes çıldırmış gibi gözü­kecektir. Ve gerçekten de çıldırmış! Nasıl ki savaş ya da devrim dönemlerinde çıldırmışsa, normal ve barışçı dönemlerde de öylesine çıldırmış. Kötülük­ler, çılgınca kötülükler, çareleri de yine çılgınca. Çünkü tümümüz it gibi kudurmuşuz. Kaçıyor, kaçıyoruz. Ne'den? Bilmiyoruz. Milyonlarca önemsiz şeyden. Bir bozgun bu, panik. Ve geri çekilecek yer yok; tabii eğer kaskatı duruşan o başka. Eğer böyle davranabiliyor ve dengeni yitirmiyorsan, ve keşme­keş içinde sürüklenip gitmiyorsan, ayakta kalabilir­sin... ve hareket edebilirsin.”
Reklam
Tepesinde bir kulenin Huşu dolu sesiyle çanın Karışınca uğultusu fırtınanın, Saatlerce dinleyebilirim.
sahi neden hep dinleyen taraf idim? ...
Ben hep birilerini dinliyorum, efendim. Yeterince sabretmiyorsun dinlerken. Saatlerce dinleyebilirim ben.
Saatlerce, hatta günlerce de okusa hep böyle dinleyebilirim, ne açlık duyarım , ne uykusuzluk. Keşke böyle sık sık okusa da doya doya dinlesem.
Sayfa 140