Rastlantı bu ya, o sırada söz almış olan konuşmacı da tıpkı benim gibi iyice dökmüş saçları, ama öylesine ablak ki henüz saçları çıkmamış gibi bir izlenim uyandırıyor insanda. Bu yüzden olacak, coşup taşıyor, “Benim cebimden aldıkları parayı ne hakla köylüye verirler, anlamıyorum! Adam kazanmıyorsa, ekmesin, kurutsun topraklarını. Biz de gereksinimlerimizi dışarıdan sağlarız ve daha kârlı çıkarız!” diyor. Öyle öfkeli ve öyle yetkeli konuşuyor ki, gerçekten böyle bir destek varsa, yani bizim fazlasıyla çağcıl yöneticilerimiz tarım kesimine bir elleriyle verdiklerini öbür elleriyle geri almıyorlarsa, bu desteğe ayrılan tüm para yalnızca onun ödediği vergiyle karşılanıyormuş, bu nedenle verdiği verginin nasıl kullanılacağı konusunda kendisinden görüş sorulmasını istiyormuş gibi bir izlenim uyandırıyor bende. Ürpertiyle karışık bir şaşkınlıkla uzaklaştırıyorum onu. Bir başka izlencede, daha dingin, daha saygın, daha yaşlı bir adam çıkıyor karşıma. Avrupa Birliği’ne girmeye hazırlandığımız şu günlerde, yabancı otomobil dışalımına kısıtlamalar getirmenin ülke ekonomisi için ne denli yararlı olduğunu anlatmaya başlıyor. Kafam büsbütün karışıyor. Ne birinci konuşmanın mantığını kavrayabiliyorum, ne ikinci konuşmanın. İki konuşmayı birleştirince, “Otomobil içeriden, ekmek dışarıdan!” gibi bir anlam çıkıyor, bu anlamın da bir anlamı bulunduğu kesin.