Modern toplumda görsel imgelerin gücüne dair yaptığı analizde Susan Sontag şöyle diyor: Fotoğraflar neredeyse altmış yıldır, önemli çatışmaların nasıl yargılandığının ve nasıl hatırlandığının izini sürer. Batının hafızası artık görsel bir müzedir. Fotoğraflar, olayları nasıl hatırlayacağımızı belirleme gücüne sahiptir ve Amerika Birleşik Devletleri'nin geçen sene Irak'a saldırmasıyla başlayan savaş, Amerikalıların, Saddam Hüseyin'in en utanç verici hapishanesi, Ebu Gureyb'de Iraklı mahkûmlara yaptıkları işkencelerin fotoğraflarıyla hatırlanacak.
Sayfa 562-563Kitabı okudu
1991'de ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin "Saddam-Hitler"i cezalandırmak amacıyla Irak'ı yerle bir etmesinden sonra, ABD ve İngiltere, BM aracılığıyla bu talihsiz ülkeye korkunç yaptırımlar uyguladı. Nazi holokostunda olduğu gibi, bir milyona yakın çocuk burada perişan oldu. Ulusal bir televizyonda Irak'taki korkunç ölümlerle ilgili bir soru yöneltilen Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'in yanıtı çarpıcıydı: "Buna değer!"
Sayfa 157 - Kutadgu YayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Batı İran'ı ezmek istemez, hatta sever" Ş.Teoman Duralı Daha önce "Lübnan bataklık olur" diyerek uyarmıştı. Felsefe profesörü Teoman Duralı şimdi de "Lübnan savaşı İran'a saldırının ön hazırlığı mı" sorusunu yanıtlıyor. "Yahudilerin en çok sevmeleri gereken millet Fars milleti olması lazım"
İncirlik'te vızır vızır hareketlilik başlamıştı. Dev kargo uçakları inip kalkıyordu. Sayın medyamız yazmıyordu ama, Amerikan medyası manşetten duyuruyordu, "Irak'a müdahale yapılacak, Ankara'yla Washington el sıkıştı, 40 bin Amerikan askeri Türkiye'de konuşlanacak" deniyordu. Bir hafta kadar geçti. Abdullah Gül
5 Şubat 2003 tarihinde Amerika'nın Afrika kökenli ilk Dış İşleri Bakanı Colin Powell, BM Genel Kurulu'nda simülasyon eşliğinde konuşmuş ve Saddam Hüseyin'ın kimyasal silah ürettiğine dair "kanıtlar" sunmuştu. 19 Mart 2003 tarihinde başlatılan Irak işgalinin yasal dayanağını bu konuşma oluşturmuştu. Powell, 2005 Eylül ayında "kimyasal silah" iddiasının doğru olmadığını açıkladı. "Yanlış istihbaratla" yönlendirildiğini iddia ederek suçu istihbaratın üzerine attı. Kimin yalan söylediğini bilemiyoruz. Ancak Powell'in itirafı sonucu değiştirmiyor. Bugün Ortadoğu'daki gelişmeler onun söylediği yalanın üzerine bina edildi. Dünya halkları kandırıldı.
Saddam, Kuveyť in ilhakıyla ilgili ekonomik ve siyasi gerçekleri ise şöyle anlatmıştı: "Bilindiği gibi Irak ile Kuveyt arasında bugüne kadar bir sınır çizgisi tespit edilmemiştir. Yıllardan beri Irak'la Kuveyt arasındaki görüşmelerde bir ihtilaflı bölgenin sözü geçmiştir. Bu ihtilaflı bölge Basra Körfezi'ndeki Bubiyan ve Worba adalarını kapsadığı gibi Kuveyt topraklarının da takriben yarısını içermektedir. Bu bölge İran-Irak Savaşı'na kadar Kuveyť'le aramızda bir tampon bölge olarak kalmıştır. Bu tampon bölge son derece zengin petrol yataklarına sahiptir. Buradaki rezervler Kuveyť'in toplam rezervlerinin takriben yarısı kadardır ve yer altından bizim petrol yataklarımızla irtibatlıdır. Buradan petrol çekilirse bizim kaynaklarımız zayıflamaktadır ve üretimimizin verimi düşmektedir.
Sayfa 145
Reklam
Saddam'ın, Batı Afrika'da Nijer'deki kaynaklardan "sarı pasta" adlı bir nevi uranyum cevherinden beş yüz ton satın almaya uğraştığını ima eden istihbarat raporlarına atıfta bulunuluyordu. Pek çok Amerikalının ve Britanyalının gözünde, Saddam'ın nükleer silah yapma olasılığı, Irak'ın işgal edilmesi, Saddam'ın devrilmesi için tek haklı nedendi. O yılın bahar mevsiminde ABD'nin önderliğinde işgal başladı. Vietnam Savaşından beri Amerika'nın en nefret edilen dış politika girişimi bu olmuştur. İstila sırasında görüldü ki Saddam'ın nükleer silah imalatı yapacak tesisi falan yoktu, üstelik muhtemelen, Nijer'den san pasta alma ihtimalini hiç yoklamamıştı. Bütün dünyadaki afişlerin, haber manşetlerinin tabiriyle, Bush Yalan Söylemişti."
Sayfa 17
Deccal Kimdir
■1940'larda, Ezekiel 38'de zikredilen Ye'cüc'ün müttefiki Gomer'in bazılarına göre Almanya'ya işaret etmesi nedeniyle, (Deccal olarak) Hitler'in sık sık adı geçiyordu. ■ Roma'yı yönetiyor olması ve Roma İmparatorluğu'nu da yeniden canlandırmaya niyetli olması nedeniyle Mussolini bu role daha da münasip görülüyordu. ■ Kötü Ye'cüc'ün Rusya olduğunu belirten metinlere yapılan atıflarla Stalin'in adı sık sık anıldı. Zamanla Gorbaçov Stalin'in yerini aldı. ■ Özellikle eski bir hükümdar Nabukadnezar ve onun tarihî başkenti Babil ile Saddam'ı eşleştirenlerin gözünde Irak'ın Saddam Hüseyin'i de gözdelerden biriydi.
Bütün bu faktörler, 1921'de Sömürge Bakanı Winston Churchill tarafından Irak devletinin kurulmasına veya “icadına” yol açtı. Mekke Şerifinin oğlu Prens Faysal Bağdat’ta yeni ülkenin kralı olarak tahta çıktı. Faysal'ın erkek kardeşi Abdullah ise yeni kurulan Ürdün'ün kralı olarak taç giydi. Yeni devlet, bir dereceye kadar sınırlı bağımsızlığın verildiği 1932 yılına kadar Milletler Cemiyeti mandası olarak İngiltere tarafından yönetildi. İngilizler de Osmanlılar gibi ülke yönetimin de Sünnî Arap seçkinlere dayanıyordu. Faysalın torunu olan II. Faysal, 1958'de ordunun yaptığı kanlı bir darbeyle öldürüldü. Bu da sonunda Baasçılar ve Saddam Hüseyin'in iktidarına yol açtı. Aynı zamanda aynı ismi taşıyan Abdullah'ın torunu ise hâlâ Ürdün'ü yönetmektedir. Bu hikayenin bir diğer bölümü, Avrupa'da giderek artan ve Nazilerin yaptığı Yahudi katliamıyla sonuçlanan şiddetli antisemitizm II. Dünya Savaşı’ndan sonra gelecekti. 1922 nüfus sayımı kayıtlarına göre Filistin'de sadece 84 bin Yahudi yaşarken, İsrail devletinin kurulduğu 1948'de burada en az 800 bin Yahudi vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun İsrail, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’taki tarihî önem taşıyan mirası hâlâ sürmektedir ve nihayetinde henüz hallolmamıştır.
Sayfa 559 - Osmanlı İmparatorluğu’nun ÇöküşüKitabı okudu
Huzur operasyonu çerçevesinde bölgedeki güvenlik alanın sınırları çizilirken, Musul ve Kerkük, sanıldığı gibi Batılı ülkeler tarafından değil, Türk Dışişleri Bakanlığı'nın ısrarlı baskıları ile güvenlikli bölge dışında tutularak, Saddam Hüseyin'in egemenliğinde bırakılmıştır. Dışişleri Bakanlığı'nın bu yaklaşımının arkasındaki temel düşünce şudur: Eğer Musul ve Kerkük gibi petrol bölgeleri güvenlikli bölgeye dahil edilir ise, Batı burada kendisine yeterli olacağı düşüncesi ile daha rahat bir Kürt devleti ilan eder. Silahlı bir örgütleri olmayan Türkmenlerin, peşmergeler karşısında da hiç bir şanslarını olmayacağı düşüncesi, Musul/Kerkük'ün Kuzey lrak'ta doğan yapının dışında tutulması sonucunu doğurmuştur.
Reklam
Ankara'da Barzani ile yapılan görüşmeler Türkiye ve ABD'nin Kuzey lrak'a ne kadar farklı baktığını ortaya koymuştur. Türkiye, Barzani'nin Saddam'a yakınlaşmasını, Talabani'den uzak durmasını, özerkliği kabul etmesini, PKK ile mücadele etmesini istemiştir. Bunları yaptığı takdirde Barzani'ye silah ve para yardımı sözü vermiştir. Türkiye aynı zamanda Barzani'ye Türkiye-Irak sınırındaki köylere Irak Türkmenlerini yerleştirmeyi öneriyordu ki, bu öneriye Barzani şiddetle karşı çıkacaktır. Barzani bir yandan PKK ile savaşmak için zamana ihtiyacı olduğunu belirtirken, diğer yandan güvenlik kuşağı kurulmasına da karşıdır. ABD ise Barzani'ye Saddam'dan uzak durup, Talabani ile uzlaşmasını önermiştir. Türkiye ile ABD arasındaki bu görüş ayrılığı ve ABD'nin Türkiye'ye tepkisini 20 Eylül'de ABD Senatosu istihbarat Komisyonu'nda konuşan CIA Başkanı John Deutch dile getirmiş; Türkiye'yi Saddam'a cesaret vermek ve son olaylarda önemli rolü olmakla suçlamıştır. Deutch, bu görüşünü 26 Eylül'de Temsilciler Meclisi Uluslararası ilişkiler Komisyonu'nda da tekrarlamış­tır.
Çifte Muhasara politikasının teorik temelleri 18 Mayıs 1993'de Clinton yönetiminin Ulusal Güvenlik Komitesi Dış işleri Sorumlusu Martin lndyk tarafından "Washington lnstitut for Near East Policy"de yapılan bir toplantıda ortaya konulmuştur. İngiltere' nin Ortadoğu bölgesinden 1971'de tamamen çekilmesinden sonra bu bölgenin sorumluluğunu Batı dünyası adına alan ABD'nin Basra Körfezi ve politikasının temelini, Irak ve İran'ı birbirlerine karşı kullanmak ve bir tür fren-denge sistemini uygulamak oluşturuyordu. 1970 ve 80'lere hakim olan bu politika, Saddam'ın Kuveyt'i işgali ile artık uygulanamaz hale gelmiştir.
ABD'nin Ortadoğu genelinde Kürtlere yönelik ilgisi 1950'Ii yıllarda yoğunlaşmaya başlamıştır. 1960 ve 70'Ii yıllarda ise özellikle Irak Kürtleri iki kutuplu dünya düzeninin Ortadoğu'ya yansıyan mücadelesinde Batı ve Doğu blokları tarafından kullanılmaya başlanmışlardır. Ancak yukarıda da değinildiği gibi 1970'Ii yılların ortasında Batı tarafından terk edilen Kürtler, Saddam tarafından siyasal ve askeri bir güç olmaktan kısa bir süre içinde çıkarılmışlardır.
23 Nisan'da bir açıklama yapan Barzani, barış anlaşmasında ABD, lngiltere ve Fransa tarafından yönetilen bir Kürt bölgesinin yer almasını istemiştir. 24 Nisan'da ise Talabani bir açıklama yaparak, Saddam'ın 1970 özerklik anlaşmasını kabul ettiğini bildirmiştir.
PKK'nın Kuveyt krizinden faydalanarak sınır şeridine kayması Türkiye ile Musul-Kerkük arasındaki bağı zayıflatmak isteyen Irak, lran ve Suriye tarafından da desteklenmiştir. PKK için olumlu bir diğer gelişme ise yıllarca Saddam Hüseyin'in yanında Barzani ve Talabani'ye karşı savaştıktan sonra onlarla birlikte Bağdat'a karşı ayaklanan Bradost, Ako, Amadiye, Sindi, Bervari, Mızuri, Surçi, Herki, Pışdari, Gaf, Hoşnav, Rekani, Dostki gibi aşiretlerin içine düştüğü zor durumdur. Artık Saddam ile düşman olan ama eski düşmanları Barzani ve Talabani ile dost olamayan bu aşiretlerden bazıları içinde bulundukları güvensizlik sürecinde düşmanımın düşmanı dostumdur mantığı ile PKK ile dostluk kurmaya başlamışlardır. PKK bu dönemde 1988'de Kuzey Irak Kürtleri arasında başlattığı siyasal zemin arama çalışmalarını yeni bir aşamaya taşımış ve 8 Haziran 1991 'de Osman Öcalan'ın denetiminde PKK'nın Kuzey Irak kolu olan PAK kurulmuştur.
Resim