Sabah gün ağarmadan trene yetişecektik, Babadağ öyküsünü, sekiz gün boyunca yaşayan bir tanığı dışında -karakolda o zaman jandarma olarak görevliydi- çoğu kasabalıdan dinleyecektim, pek çoğu cami müdavimiydi ve ezandan önce avluya gittiğimizde sizi sevgiyle kucaklamışlardı, şivelerini rahatlıkla kullanabildiğinize göre, yıllar önce yazdığınız "yalnızlık yeni bir doğuşun başlangıcıdır" başlıklı makalenizdeki 'köy duyarlığını şehre taşıyıp, yeniden gerçekleştirebilme düşüncesi'ni şimdi daha iyi anlayamadım. Kentli aydınlar bu damara uzak mıydı? Şehrin kaosunu bütün ayrıntıyı ortaya yığmadan bütünleştirebilen kimi aptalların tanımlayışıyla, 'psikolojik roman' mı çıkardı ortaya? Sadece 'sanatta en büyük olay, bence psikolojik bütünlüktür derdiniz, Unsuru'l-belagât'taki, kalbin karanlık köşelerinde yatan çıplak gerçeklerin süret giyerken hep kastedilen anlama kanat çırpmaları gibi, bütün bunlar, trende tıkış tıkış olmuş kalabalıkta nefes almamızı kolaylaştırmıyordu, fuar kaynıyordu, on gün süren gezinin sonunda yollarımız ayrılacaktı, ben Ankara'nın kara Üniformalı asık çehresine, siz İstanbul'a, oysa ay gibi gül diyordunuz.
Sayfa 184Kitabı okudu
1940 Mayıs'ından sonra iyi günler uzaklaştı bizden: Önce savaş, ardından teslimiyet. Almanların egemenliğiyle biz Yahudiler için sıkıntılar başladı. Yahudiler için çıkarılan kanunlar birbirini izledi ve özgürlüğümüz epey kısıtlandı. Yahudiler, Davut yıldızı taşımak zorunda; Yahudiler bisikletlerini teslim etmeli; Yahudiler tramvaya binemez; Yahudiler -kendilerine ait olsa dahi- arabaya binemez; Yahudiler sadece öğleden sonra üç ile beş arasında alışveriş yapabilir; Yahudiler, yalnızca Yahudi bir berbere gidebilir; Yahudiler akşam sekizden sabah altıya kadar sokağa çıkamaz; Yahudiler tiyatro, sinema ve diğer eğlence yerlerinde bulunamaz; Yahudiler yüzme havuzuna, hatta tenis kortuna, hokey ve diğer spor alanlarına gidemez; kürek çekemezler, halka açık yerlerde spor yapamazlar, akşam sekizden sonra tanıdıklarıyla bile bahçelerinde oturamazlar, Hıristiyanların evine giremezler, Yahudi okullarına gitmek zorundadırlar... Bunlar ve buna benzer şeyler. "O yasak, şu yasak, bu da yasaktı ama yine de hayatlarımız bir şekilde devam etti. Jacque bana her zaman şöyle der: "Artık hiçbir şey yapmaya cesaret edemiyorum çünkü yasak olmasından korkuyorum."
Reklam
Agladim
O gidince hayatlarınızın yabani bitkiler gibi yıllarca birbirine doğru büyüyüp iç içe geçtiği yeri, bu müşterek alandaki şahsi hikayeni, yani onun yanındaki seni de kaybediyordun. Karşılıklı oturduğunuz masaları kaybediyordun mesela. Sadece ona anlatacağın şeyleri kaybediyordun. Onu bir sabah kahvaltıya çağırma ihtimalini. Ondan ödünç alacağın ve vermeyi unutup unutup sonunda el mecbur senin ilan edilen giysileri. Günlerdir içini kemiren bir mese­leyi gecenin bir vakti kapısını çalıp anlatma şansını ve onun verdiği akılla belli bir yönde alacağın kararları. Yüz yıldır tanıdığın birine iç rahatlığıyla şımarma, kız­ma, surat asma, bozuk çalma, onunla kavga etme hak­kını. Birinin sen leb demeden leblebi diyecek olmasını kaybediyordun. O, seninkilere dolanmış köklerini sö­küp alırken, seni de yerinden ediyordu. Aynı bahçenin çiçekleri olmak böyle bir şeydi.
İYİLİK AŞKINA - KOD : AYASOFYA
2022 - AMETSA /GÖBEKLİTEPE -KIZILDERİLİ EFSANESİ Savaşta iki kabile de yok olur, sadece ormana kaçan iki küçük kız kardeş sağ kalır. Kızlardan birinin elbisesi lavanta mavisi, diğerinin elbisesi sarıdır. Kızlar Otacı Kadın'ı ararlar. Kızlar yıldızların altında uyurken Otacı Kadın onlara sihirli bir iksir serper ve yapraklarla örter. Sabah olduğunda kızların uyuduğu yerde iki tane aster açmıştır. Biri lavanta mavisi, diğeri sarı.
Sayfa 22 - Halk KitabeviKitabı okudu
Belirli bir gece veya sabaha
"Hepimiz aptalız," dedi Clemens, "hem de her zaman. Sadece her gün farklı türden aptalız. Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. Dün aptaldım ama bu sabah değilim. Ertesi gün anlıyoruz ki, evet, o gün de aptaldık. Bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor." "Mükemmel olmayan şeyleri hatırlamak istemiyorum," dedi Hitchcock. "Genç Hitchcock'ın elini sıkamam, değil mi? Nerede o? Benim için onu bulabilir misin? O öldü, cehennemin dibine gitsin o zaman! Yarın ne yapacağımı dün yaptığım saçma sapan işlere göre şekillendiremem."
Sayfa 154Kitabı okudu
“Daha bu sabah gördüğü birinin artık hayatta olmayışı insanı sadece üzmüyor, bir o kadar da telaşlandırıyordu. Böyle durumlarda belki de yaşayanları asıl rahatsız eden, ölünün yokluğundan çok, ölümün kayıtsız şartsız varlığıydı.”
Sayfa 219Kitabı okudu
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.