Yeninin kabullenilmesi ve Batılı olanın kabullenilmesi, birbirini kesen iki süreçti; çünkü Avrupa'nın aksine Osmanlılar, yeni (ve artık makbul) olanın üreticileri değil, tüketicileriydi. Bu yüzden yenilik zarureti, Batılılaşma zaruretiyle beraber ilerleyecekti. llk kez "bir bütün olarak" "yeni" söylemini ithal eden ile "Batı'nın bilgilerini sistematik olarak aktaran" kişinin (Şinasi Efendi) aynı isim olması bir tesadüf değildi. Şinasi Efendi'de sadece yeni bir dil yoktu, bunun yanı sıra yeni bir kainat görüşü, aklın hakim olduğu yeni bir insan telakkisi vardı. Netice itibariyle, sessizce ve adım adım da olsa, Mardin'in tabiriyle "bir tür 'yeni'nin imparatorlukta yerleştiği" bu dönemde, önce teknoloji, fakat sonrasında diğer tüm alanlarda yenilik ile "Batı" eşitlenmeye başladı. Bu ikilinin ("yeni" ve "Batı") birlikteliğinin hasıl edeceği ve Kemalist dönemin en kilit kutsallık kaynaklarından birini oluşturacak kavram ise "medeniyet" olacaktı.