Bu sahneyi okurken içimden çığlık atıyordum
Jacks wiped his face of all emotion, slid off the coffin, and stalked up to the bars. “You sound jealous.” “If you think I’m jealous because someone else got to stab you, then you’re right.” “Prove it.” She heard the thump of his dagger as it fell at her feet. It was the jeweled one he carried everywhere.
Evangeline and JacksKitabı okudu
Tokat'ta Ortaokul: İlk Gazetem Yaltırık'ı Çıkartıyorum Tokat'ta en büyük kazancım Yekta [Güngör Özden] olmuştur. Yekta ile Tokat'ta tanıştık. En eski arkadaşım Türkiye'de halen Yekta'dır benim. Yekta da Tokat Lisesi'nde. Ben ortaokul 3'deyken o Lise 1'deydi, leylîydi [yatılı]. Oradan ahbap
Reklam
Kastamonu'da Lise: Komünistlerle İlk Mücadele Kastamonu'da lisedeyken pul merakım vardı, İstanbul'dan pul getirtmeye başladım, arkadaşım vasıtasıyla ve iyi paraya Kastamonu'da esnafa satmaya başladım. O paradan annemin "Oğlum babana şuradan acele para ver" deyip de para verdirttiğini hatırlıyorum. "Sonra alırsın
Kastamonu'da Lise: Komünistlerle İlk Mücadele Kastamonu'da lisedeyken pul merakım vardı, İstanbul'dan pul getirtmeye başladım, arkadaşım vasıtasıyla ve iyi paraya Kastamonu'da esnafa satmaya başladım. O paradan annemin "Oğlum babana şuradan acele para ver" deyip de para verdirttiğini hatırlıyorum. "Sonra alırsın
_Aristo ile Hegel, diyalektiği oldukça geniş biçimde incelemiştir. Oysa asıl diyalektik, bugünkü doğabilim için en önemli düşünme biçimidir, çünkü ancak o, doğada ortaya çıkan evrim süreçleri, genel olarak iç bağıntılar ve bir araştırma alanından ötekine geçiş için benzeşimler ve bununla birlikte açıklama yöntemleri verir. _Boşinanların en boşu,
Televizyon, iki anlamıyla da dramatikleştirmeye [canlandırma) başvurur: bir olayı sahneye koyar, görüntülendirir ve bu olayın önemini, vahametini, dramatik ve trajik niteliğini abartır. (Aynı iş sözcükler üzerinde de yapılır. Sıradan sözcüklerle ne "burjuva şaşırtılabilir", ne de "halk". Sıradışı sözcükler gerekir. Aslında görüntü dünyası, tuhaf bir şekilde, sözcüklerin egemenliği altındadır. Okunması gereken şeyi söyleyen altyazı -legendum-, yani, çoğu zaman, en önemsiz şeyleri gösteren altyazılar olmadan, fotoğraf bir hiçtir. Adlandırmak, bilindiği üzere, göstermektir, yaratmaktır, varoluşa taşımaktır. Ve sözcükler, yıkımlara bile yol açabilirler: İslam, İslami, İslamcı ー türban İslami midir, yoksa İslamcı mı? İyi de, ya sadece basit bir baş örtüsü söz konusuysa? Anıştırdıkları şeyin zorluğu ve vahameti konusunda, binlerce televizyon seyircisinin karşısında, onları anlamadan ve onları anlamadıklarını da anlamadan o şeyin sözünü ederlerken altına girdikleri sorumluluklar konusunda en ufak bir fikirleri olmaksızın, çoğu kez laf ola beri gele konuşan sunucuların ağzından çıkan her sözcüğü yeniden ele alma arzusuyla kıvrandığım olur. Çünkü bu sözcükler bir şeyler yapmaktalar; fantazmalar, korkular, fobiler ya da, düpedüz, yanlış temsiliyetler yaratmaktalar.
Sayfa 24
Reklam
Îngiliz-Amerikan çen-geli 1953'te atılıp dersler İngilizce'ye çevrildi. Okula "Ankara Koleji" dendi. O zamana dek yurtta böyle bir misyoner tipi Türk okulu yoktu. "Kolej" (Robert Kolej gi-bi) misyoner okulu demekti. Sonra açılan bu İngiliz deli-ğinden kova gibi su girdi. "Anadolu Liseleri" vb. aldı yü-rüdü.
Yeğenine aşık olan diktatör:
Hitler Geli’ye âşık oldu. Her gittiği yere, toplantılara, konferanslara, dağlardaki uzun yürüyüşlere, Münih’teki kahvelere ve tiyatrolara onu da götürmeye başladı. 1929’da Prinzregentenstrasse’de dokuz odalı lüks bir apartman katı kiraladığı zaman ona güzel bir oda ayırdı. Parti lideriyle güzel sarışın yeğeni arasındaki ilişki üzerine Münih’de ve
Oliver onları kazandığında ben yoktum, onlardan vazgeçtiğinde ben yoktum. Yoksa çok daha basit bir şey miydi? Ben buraya, bir şeyler hissedecek miyim, bir şeyler hâlâ canlı mı diye görmek için gelmiştim. Fakat asıl sorun, herhangi bir şeyin yeniden canlanmasını istemiyor olmamdı. Tüm o yıllar boyunca, onu her düşündüğümde ya B.'yi, ya da Roma'daki son günlerimizi hatırlıyordum ve her şey iki sahneye götürüyordu beni: Yaşanan azaplarıyla balkon ve beni eski bir duvara dayayıp öptüğü, sonra bacağımı onunkine doladığım via Santa Maria dell'Anima. Roma'ya her gidişimde o yere gidiyorum yine. O yer benim için canlı, bugün tümüyle var olan bir şeyle yankılanıyor hâlâ, Poe'nun bir öyküsünden çalınmış bir yürek eski arnavutkaldırımın altında hâlâ atıyor ve bana, burada nihayet, tam bana göre bir yaşamla karşılaştığımı fakat ona sahip olamadığımı hatırlatıyormuş gibi.
Sayfa 231Kitabı okudu
Gertrude Bell’de sahnede nihayet..
“... Mısır modası ve onu izleyen Nebati, Asur, Babil, Pers modaları müzeleri ve antikacıları, tıpkı Rönesans döneminde Roma'nın antik eserleriyle olduğu gibi, envai çeşit döküntüyle doldurmuştu-Bilger'in ataları Bitinya'dan Elam'a kadar Osmanlı İmparatorluğu'nu, çoğunlukla yanlarında karılarını da taşıyarak kat ediyorlardı ve bu kadınlar da Gertrude Bell ya da Annemarie Schwarzenbach gibi bizzat arkeolojinin hazzına kapılmadıklarında Jeanne Dieulafoy ya da Agatha Christie gibi yazar oluyorlardı..
Sayfa 178 - Can Yayınları, 2.BaskıKitabı okudu
Reklam
Telefondan önce, oyun yazarları arka planda yatan bilgiyi aktarmak için epey zaman harcarlardı. Ibsen'in aslında bir başyapıt olan eseri Yaban Ördeği'nin ( 1884) birinci perdesinde ana karakterler, iki hizmetçinin sohbetinde kendilerinden söz edildikçe birer birer sahneden geçerler. Alexander Graham Bell'in uygarlığa katkısından sonra, bir oyun yazarı aynı işi daha birinci sahnede bir telefon konuşmasıyla halledebilmeye başlamıştır. Oyuncu sahnede tek başına durup telefonda hayali biriyle konuşarak olmazsa olmaz bir bilgiyi bir çırpıda sunabilmektedir.
Sayfa 41
"... Gelo em dereng derketin ser sahneya dîrokê, Yan me zû terka wê kir?"
21 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.