İlhan Kemal yazdı... Efelya, şairin romanı... Şiirin dışında başka denemelerim de oldu: Öyküler yazdım. Roman yazmaya kalkıştım, yarım bıraktım. Başka uğraşlara daldığımda şiirin bir köşeden bana dalgınlıklar büyüttüğünü, dargınlıklar kuşanmak için aklının karıştığını hissettim. Şiir "ben ikincil planın olmak istemem" diyordu bana adeta, gönül koyuyordu. Kendime sorular sormaya kışkırttı beni şiir: Ne olarak anılmak isterim? Şair? Romancı? Öykücü? Ressam? Buna vereceğim cevap ne olacaksa ona yoğunlaşmalıydım. Cevabı bulduğumdan beri öteki çalışmalarımdan caydım. Çünkü hepsini birlikte götüremezdim, şiirim akamete uğrardı. Ama sevinçle görüyorum ki hepsinde de başarıyı kucaklayan arkadaşlarım var. Şiiri de güzel yazıyorlar, romanı da, gitar da çalıyorlar, saz da, türkü de söylüyorlar, şarkı da. Bir koltukta on karpuz. Düşürmeden taşıyorlar. Onlardan biri: Mehmet Binboğa. Benim gözümde şair. Ama romancılıkta da ben buradayım diyor Efelya ile. Efelya, şairin romanı. Yazarının şair olduğunu bilmeden okusak bile romanın şiir tadındaki dili hemen ele veriyor bir şair tarafından yazıldığını. Kutlarım.
Rahmetini umarak Günahkar bir dille; Allah Azze ve Celle Ya Rasulallah, Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden, Kalbimizden seyrediyoruz seni.
Reklam
"Ağıtlardaki meleğin, Hristiyanlığın meleğiyle hiçbir ilgisi yoktur; o daha çok İslâm'ın meleklerine yakındır." Rilke'nin bu sözleriyle Cebrail Aleyhisselam'ı kastettiğini düşünebiliriz. Zira son şiirlerinden Muham med'in Yakarması'nda "...Melekse, buyururcasına, gösteriyordu | levhasında yazılmış olanı yalvarana | gösteriyor ve istiyordu tekrar: Oku" diyordu. Rilke, Tanrı'yı Arayan şair olarak bilinse de onun Kurtu- ba'dan Prenses Marie'ye yazdığı şu satırları pek bilen yoktur: "Kur'ân'ı okuyorum. Bana söylediklerine yer yer öylesine katılıyorum ki içimden var gücümle haykırarak onun sesine katılmak geliyor. Orgun içindeki rüzgâr gibi..."
Sayfa 88
Köylüleri öldürmeli mi veyahut onlardan mı olmalı ?
Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?”diye bir şiiri var bilen bilir. Üzerinde çokça düşündürten, okudukça değil tecrübe ettikçe anlam kazanan bir şiirdir. Yıllar önce üniversitede arkadaşlarla bir masa etrafında toplandığımızda biri ortaya atmıştı bu şiiri. Bende de oldukça fazla ilgi uyandırmıştı. Ama ilk başta anlamadım şairi de şiiri de, anlayamamışım yani… şimdi şimdi kavrıyorum bunu da. Şaire oldukça serzenişte bulunduğumu hatırlıyorum hatta; “insan bu kadar da aşağılanmaz ki, köylü dediğin gariban, sabahtan akşama ekmeğinin peşinde dünyadan bir haber bir parça insan bunca yüklenecek ne var” demiştim. Meğer bildiğimiz anlamda köylüye sövmek değilmiş amaç. Şiirde geçen “köylü” bir düşünce biçiminin temsili. Bildiğimiz metafor yani. Çok yerinde tespitler barındırıyor şiir; okumalı ve okutmalı. Köylü kafalı insanlar gerçek maalesef ve her yerdeler. Tek düşünceleri komşusunun kaç ineği var, hangi tarlaya kim ne ekti, sütçüye en çok sütü kim sattı… Medet umdukları tek şey mavi gökten toprağa fazladan akacak birkaç damla yağmur… Çocuklarının halinden, eşlerinin ahvalinden bir haberdirler. Dünya döner durur da bir gram oynamaz akılları yerinden. Güya hal hatır sorduktan sonra tek konuştukları hayvanlardır bir de komşusu… Demem o ki köylülerden olmayalım. Bu ne bize ne insanlığa bir şey katmaz. O zaman yıllarca yerinde sayan bir taştan, yol kenarında biten bir ottan farkımız kalmaz. Ne diyordu şair; “Bu dünyada yediğimiz ekmekler içtiğimiz sular dizlerimizdeki bu güç derimizdeki tad karşı koymak içindir kaçmak için değil...”
Bugünü Yaşama Arzusu
#Schopenhauer *Yazar #Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihal olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve
Reklam
An’ka
Zamanında bir şair “yorgunum bir gülü devşirmekten görseniz artık yüzüm bozulan bir çiçektir” diyordu devşirmekten kastının toplamak olduğunu ama toplamaktan kastının bir çiceği değil bir ruhu toparlamak olduğunu ve o ruhun da kendi ruhu olduğunu düşünüyorum kendini toplamaya yorgun olmak bu kadar güzel anlatılır,güçlü olmak zorunda mıyız yada hep mutlu olmak zorunda mıyız bazen güçlü durmaya da yorulamaz mıyız? Acıysa acı onu da dibine kadar yaşamamalı mı? En dibi görmeden nasıl geçer bu yorgunluk, susturup durduğumuz o bitmişlik hissi son evresine ulaşmalı ve o göz yaşları gün yüzüne çıkarmalı yani sona gelmeli ki o küllerden yeniden var olmalı…
18 MART ÇANAKKALE DESTANI
18 MART ÇANAKKALE DESTANI Şair Mesut Kılıçoğlu Çanakkale’yi yazıyorum size, Selâm olsun tüm şehidlerimize. Anlatacağım yiğit Mehmetleri,
104 syf.
8/10 puan verdi
·
20 saatte okudu
Bahar nedir bilmedim, varım yoğum sonbahar.
"Şiir dünyama baharı getiren şair," demişim
Nurullah Genç
Nurullah Genç
için,
Siyah Gözlerine Beni de Götür
Siyah Gözlerine Beni de Götür
okurken.
Bahar Buselik
Bahar Buselik
'ten habersiz, hiç böyle bir kitabı olduğunu bilmeden...
Rüveyda
Rüveyda
ile başladı tanışıklık... Hem sen geldin hem bahar geldi, diyordu hüs'ni ta'lil yaparcasına. Doğayı bu kadar güzel gözlemleyen çok az şair tanıdım. Kuşkusuz
Bahar Buselik
Bahar BuselikNurullah Genç · Muhit Kitap · 2020293 okunma
“Tanrı cezamı versin ki, Bill” diyordu (Bill dediği Shakespeare’di), “büyük bir dalga geliyor, sen de onun tepesindesin”; Kit demek istedi ki, diye açıkladı Greene, İngiliz edebiyatında bir altın çağın eşiğindeydiler, Shakespeare de çok önemli bir şair olacaktı. Bereket iki gece sonra sarhoşlar arasından çıkan bir kavgada öldürüldü Kit, bu kehanetinin ne şekilde gerçekleştiğini göremedi. “Zavallı budala,” dedi Greene, “kalkıp böyle bir şey söylemesi. Altın bir çağmış – Elizabeth dönemi altın çağ ha!”
Sayfa 72 - Kırmızı Kedi Yayınevi
Reklam
+Onlar bunu istiyorlardı fakat Allah Resûlü (s.a.v.) de amcasının etrafında dönüp duruyordu. Büyük bir gayretle, "Amca ne olur la ilahe illallah' de... Ne olur 'lâ ilahe illallah de... De ki Allah katında senin için şefaatçi olabileyim!" diyordu. Ebû Talib bir türlü bu davete icabet etmedi ve o anlarda ibretlik bir söz söyledi: "Yeğenim, senin doğru olduğunu biliyorum. Getirdiklerinin hak olduğunu da biliyorum. Ama ben şu anda iman edersem, Ebû Tâlib ölüm korkusuyla bu cümleyi söyledi diyecek Kureyşli kadınların diline düşmek istemiyorum." Bu nedir biliyor musun Bekir kardeşim? El ne der putudur. Bu put kimlerin ocağını batırmadı ki... -Çok doğru. İnsanlar ne der diye kahrolası bir put vardır diyor şair. El âlem ne der? +O gün Ebû Tâlib'in ocağını batıran da buydu. Allah Resûlü (s.a.v.) ne kadar ısrar ettiyse de Ebû Tâlib bir türlü bu takıntıyı aşamadı.
Sayfa 175 - Hüzünlü Ayrılıklar Ve Taif YolculuğuKitabı okudu
Emily’nin şiirleri konusunda o denli ihtiraslıydı ki şair ona “Domingo” diyordu. Bu kelimeyle kastettiği Susan’ın kelimelerle kendinden geçmiş bir şair için en az rom kadar ilham verici olduğuydu.
160 syf.
8/10 puan verdi
·
7 günde okudu
De ki İşte - Oruç Aruoba /Yazmak yaşamak uçurumunun doruğudur.
Şiir ile felsefenin bir araya geldiği adam:
Oruç Aruoba
Oruç Aruoba
Felsefe dediysem öyle yalnızca düşünmek, ilgilenmek gibi anlaşılmasın bu işin mektebini okumuş bir karakter. Alana dair kim varsa okumuş, çevirmiş onlardan etkilenmiş, kendisi de başkalarını etkilemeyi başarmış...
Yakın
Yakın
ile tanışmıştım kalemiyle.
De ki İşte
De ki İşte
kitabıyla daha da yakın oldum
De ki İşte
De ki İşteOruç Aruoba · Metis Yayınları · 20184,984 okunma
GEÇMİŞTEKİ "LİNÇ KÜLTÜRÜ"
Abbasi Hilafeti'nin başlarında, Halife Me'mun, 813 yılında Mihne yani bir tür Engizisyon mahkemesini kurarak, Mu'tezile'nin temel görüşlerinden olan "Kur'an'ın yaratılmışlığı" (mahluk olduğu) doktrinini dayatmıştır. Mihne uygulaması kesinlikle yanlış ve akılsızcaydı. Sonucu da felaket oldu. Yine de sadece
Sayfa 226Kitabı okudu
Resim