İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok. Her şey onun sayesinde, onunla güzel. Bu dakikada, bugünün güzelliği, gökte ay, uzakta güneşin bir billur bahçe gibi pırıltısı;hiçbir şey değil... Bütün bunlar kötü resimler gibi... __
Sayfa 29 - Kendi KendimeKitabı okudu
İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok. Her şey onun sayesinde, onunla güzel. Bu dakikada, bugünün güzelliği, gökte ay, uzakta güneşin bir billur bahçe gibi pırıltısı; hiçbir şey değil... Bütün bunlar kötü resimler gibi... ('Kendi Kendime' adlı öyküden)
Reklam
Belki seni de görmüyorum yıldız! ..
Pencerenin pervazına oturup tekrar gökyüzü­ne baktım.Yıldızlardan bir tanesini seçtim. Mavi­den turuncuya, turuncudan maviye kaçan bin bir renk oyunu içindeydi. Biliyorum, önümde ne bah­çe vardır, ne ağaçlar. .. Sarhoşum, uykusuzluk, yorgunluk, bahtsızlık bana uyanık rüya gördürü­yor. Belki seni de görmüyorum yıldız! ..
Sayfa 91 - Bir BahçeKitabı okudu
Eski Liman
“Yürümek, her gördüğüm nesnenin gerisinde uzun şeyler düşünmek en sevdiğim uğraşlardan biridir. Çoğu kez öyle küçük, ama ilginç olaylar olur ki, bunları gördüğüm an kafamda bir öykü belirir. İstanbul böyle öykülerle doludur. Bu kentin en güzel öykülerini Sait Faik yazmış diye düşünürüm.”
Sayfa 66
İstanbul
"...Bu kentin en güzel öykülerini Sait Faik yazmış diye düşünürüm. Onun bu uğraşısını sürdürmek gerek derim. Ama hep günlük olaylar zamanımı alıp götürüyor. Ya uyku gecikir, ya uyku çok uzar, ya da bir yerden hızla dönmek gerekir. Ya çok ya da az öfkeli olurum. Aranması gereken insanlar ve gidilecek yerler vardır."
Sayfa 53 - Yürümek, her gördüğüm nesnenin gerisinde uzun şeyler düşünmek en sevdiğim uğraşılardan biridir :)
Gene ağrılar duymadan, sokaklarda güzel gezintiler yapabilecektim. Yürümek, her gördüğüm nesnenin gerisinde uzun şeyler düşünmek en sevdiğim uğraşılardan biridir. Çoğu kez öyle küçük, ama ilginç olaylar olur ki, bunları gördüğüm an kafamda bir öykü belirir. İstanbul böyle öykülerle doludur. Bu kentin en güzel öykülerini Sait Faik yazmış diye düşünürüm.
Reklam
İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok. Her şey onun sayesinde, onunla güzel. Bu dakikada, bugünün güzelliği, gökte ay, uzakta güneşin bir billûr bahçe gibi pırıltısı; hiçbir şey değil... Bütün bunlar kötü resimler gibi...
1946 Şubatında, bir pazar günü, üç adam, Şişli’den yola çıkıp, Mecidiyeköy-Zincirlikuyu üzerinden derelere, tepelere vurmuşlar -o sıralar ortalarda Levent ya da Etiler adını taşıyacak tek bir kulübe bile yoktur- ve Baltalimanı çayırına inmişlerdir. Bu üç adam bizim Sait Faik, Oktay Akbal ve Salah Birsel’den başkası değildir. Yolda Sait bir ara Oktay’la Salah’ı durdurmuş, eliyle uzaktaki bir koyuluğu göstererek: “İşte Menekşeli Vadi orası.” demiştir. Sait bir öyküsünde bu Menekşeli Vadi’yi şöyle anlatır: Sabahleyin uyandığım zaman dışarıya baktım. Önümde, sis içinde bir bahçe uzanıyordu. Kenarda yansı cam, yansı hasır örtülü “ser” gibi bir şey vardı. Pencereyi açtım. Güzel bir menekşe kokusu burnuma doldu. Hava ılık, ılıktı. Sonra sis ağır ağır açıldı. Gözümün önüne bir bostan serildi. Lahanalar, çiçekler, maydanozlar, salatalar şaha kalkmıştı. Ötelerde, çiçeklerin arasında, başka bahçeler, başka yamru yumru binalar gözüküyordu. Her taraf aynı bitki, aynı hayvan, aynı çarpık ve birbirinden epey uzak binalarla dolu idi. Menekşe, her taraf menekşe kokuyordu. Yolun tam ortasından şarıl şarıl bir de dere akıyordu. Akşam eve gelirken bu derenin içinden mi geçmiştik? Ayaklarım bile ıslanmamıştı.
Çoğu kez öyle küçük, ama ilginç olaylar olur ki, bunları gördüğüm an kafamda bir öykü belirir. İstanbul böyle öykülerle doludur. Bu kentin en güzel öykülerini Sait Faik yazmış diye düşünürüm. Onun bu uğraşısını sürdürmek gerek derim. Ama hep günlük olaylar zamanı alıp götürüyor. Ya uyku gecikir, ya uyku çok uzar, ya da bir yerden hızla dönmek gerekir. Ya çok ya da az öfkeli olurum. Aranması gereken insanlar ve gidilecek yerler vardır. Çocuğa eski masalları günümüze uydurup anlatmak gerekir, kapı çalınır, cam çarpar ve kırılır, aygaz biter, yakıt gelmez, su kesilir ve öyküsü yazılacak sokak izlenimleri silinir. Gene yenileri oluşur... bunları yaşamanın tadı bile yeter insana.
Bazen, içinde bulunduğum ruh durumuna uygun bir kitap okumak isterim. Başucu yazarlarımın yeni yapıtları, merak ettiğim, ama henüz okuma fırsatı bulamadığım genç kuşaktan birinin romanı değildir beni çeken. Kitaplığımın önünde dikilip rafları gözden geçirirken, çok özlediğim bir yere gidecekmişim de yolculuk hazırlıklarına başlıyormuşum gibi heyecan duyarım. Yeniden Tutunamayanlar'a ya da Ecinniler'e başlayabilirim. Conrad, belki de Melville ile sefere çıkmak ağır basabilir örneğin. Sait Faik'ten "Bir Bahçe"yi, "Dülger Balığının Ölümü"nü dönüp dönüp okuyabilirim. Elim Malcolm Lowry'nin Yanardağın Altında romanına gidiyorsa durum çok daha vahimdir. Bunlar; alıp başımı gitmek istediğim dönemlerde olur. Seçtiğim kitaplar da beni çeken yolculuğun biçimiyle ilgilidir.
Sayfa 15 - Can
194 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.