"... birbirinden çok farklı görünen hayatlar bile aslında bir yerde hep aynıdır. Başkalarınca tutulmuş günlükler, yazılmış mektuplar, okuyana hep bu hakikati anlatır; önündeki karanlığa cılız da olsa tanıdık bir ışık huzmesi bırakır."
Bitti. Sanırım ben de bittim. Bazı bitişlerin ardından başlamak zordur ama bir yerden başlamalıyım sanırım yazmaya. O bir yer neresi onu da bilmiyorum. Bir kitap okudum hayatım değişti, der
Orhan Pamuk, ekliyorum: "Bir kitap okudum, başıma gelmeyen kalmadı."
Yolculuktan yolculuğa sürüklenirken, zamandan zamana savrulurken buldum kendimi. Bir
Nermin Yıldırım'ın daha önce "Ev" ve "Unutma Beni Apartmanı"nı okumuştum. Şimdi de beni bunlar arasında en çok etkileyen kitabıyla geldim. Bol sürprizli, bol acılı ve bolca sevilesi bir kitap "Saklı Bahçeler Haritası". Unutma Beni Apartmanı'nın Rıdvan'ıyla açılıyor kitap. Hani 99 depreminde annesini kaybeden ve nerede bir deprem olsa oraya koşan Rıdvan..
Bir yayınevinde çalışan Rıdvan'a mektupların gelmesiyle başlıyor roman. Bunlar, 1960 ve 1961 yıllarında iki kız kardeşin -Behiye ile Suad'ın- birbirlerine yazdıkları mektuplar. Mektuplar yoluyla 1960'lara uzanan Türkiye ve dünya seriliyor gözlerimizin önüne, hem de her pisliğiyle.. 6-7 Eylül olaylarından Nazi faşizmine, İspanya İç Savaşı'ndan direniş örgütlerine her şeyi bir bir, içimiz acıyarak okuyoruz yine. Ve tabii ki birbirine kırgın hatta kızgın iki kardeşin öyküsünü de.. Ben okurken Behiye'ye mi üzüleyim, Suad'a mı hem üzülüp hem acıyayım bilemedim.. Kırık dökük, tamamlanmamış, bir daha toparlanamamış yaşamlar..
Rıdvan'la bugüne, Behiye ve Suad'la 1960'lar ve daha öncesine götürüyor bizi yazar ki benim en sevdiğim tarz bu ikili okumalar.. Ve kitabın sonunda büyük bir sürpriz karşılıyor sizi. O andan sonra bir kez daha düşünüyorsunuz okuduklarınızı ve bir yerden daha kanıyor yüreğiniz..
Velhasıl ben yine çok sevdim #nerminyildirim okumayı.. Siz de mutlaka tanışınız derim yazarla
Bak bence tutkular gemimizin yelkenleridir.
20 yaşında olan biri duygusuna büsbütün kaptırır kendini, yelkenlerini fazla şişirir, gemisi su alır ve batar ya da çıkar.
Oysa direğine ihtiras yelkenini serip de hayat denizinde kazasız belasız, batıp çıkmadan ilerleyen adam gider gider de bakar ki sonunda olmayacak durumla karşılaşır, o zaman da yelkenim bana yetmedi demek zorunda kalır, daha bir metre kare yelken edinmek için varımı yoğumu verirdim, der. Ama bulamaz aradığını ve umutsuzluk içindedir.
İşte o zaman başka bir güçten de faydalanabileceği aklına gelir; o güne dek hor gördüğü, sintinede saklı kalan başka bir yelkeni kullanmak aklına gelir. O yelken kurtarır onu. "Aşk" yelkeni onu kurtaracaktır ama onu açmazsa, varamayacaktır ereğe.
Bugünkü mektubun çok üzüntülü ve her şeyden önemlisi, acısı öylesine içinde saklı ki, kendimi tamamen dışlanmış hissediyorum. Odamdan çıkmam gerektiğinde merdiveni iniyor, sonra gerisingeri yukarı çıkıyorum; sırf tekrar orada olmak ve masamın üzerinde o telgrafı bulmak için: "Ben de cumartesi günü Gmünd'de olacağım."
Saklı Bahçeler Haritası kitabını okuduktan sonra bu kadar çok etkileneceğimi düşünmemiştim. Bundan önce
Nermin Yıldırım'ın beş roman ve tek öykü kitabını okumuş, her birinde mizah unsurlarına az veya çok rastlamıştım. Şunu söyleyebilirim ki Saklı Bahçeler Haritası okuduklarımın arasında hiçbir mizah unsuru
Konu ve tema güzel, fazla açıklama olmasaydı… bazı kitaplarda son bölüm fazladan yazılmıştır, burada da öyle. Mektuplar aracılığı ile anlatılan hikayelerin merak uyandırıcı bir cazibesi vardır. Farklı gizemlerle de desteklenmiş merak unsuru kitabın sürükleyici tarafı. Çok fazla melodram ve hoş da olsa çok sayıda benzetme yorucu özelliği, bireylerin ve toplulukların öykülerinin başarıyla detaylandırılması ve hepsinin bir arada yer aldığı kurgusu ise ustalık örneği olmuş.
Saklı Bahçeler Haritası, Başak Kablan’ın Instagram hikayesinde görüp direkt aldığım bir kitaptı. Kurguya çok fazla ihtiyaç duymamdan mı yoksa Başak Kablan’ın önerdiği kitaplara olan güvenimden mi bu kadar hızlı sepete eklediğimi, yazar hakkında hiçbir şey duymamış olmama rağmen beğenip beğenmeyeceğimi bilmeden kitabı alışım aslında alışılmışın
İki kız kardeş: Suad ve Behiye. Bir yayınevinin genel yayın yönetmeni Rıdvan. Kitap Rıdvan’ın masasına gizlice bırakılan mektuplar ile başlıyor. Suad ve Behiye 1930’larda İstanbul’da yaşayan dönemin kalburüstü ailelerinden birinin kızları. Behiye, aşkın peşinden ülkesini terk edip giderken arkasında onu çok seven kız kardeşini bırakmış. Yıllarca hiç görüşmemiş birbirlerinden hiç haber almamışlar; ta ki 1960’ta Behiye tekrar Suad’a mektup yazana kadar. Bu mektuplar yayınevi yönetmenin masasına bazen de gittiği her yerde zarfla ulaşır. Roman; mektuplar, yayınevi, mektupları getiren kim? kurgusu üzerine şekillenir. Nermin Yıldırım bir yandan okurun merak duygusunu polisiye roman yapısından yararlanarak kurarken bir yandan da akıcı bir üslupla roman çatısını oluşturur. Nermin Yıldırım‘ın olay örgüsünü, okuru merak duygusu içinde sürüklerken, geçmiş ve gelecekteki insanlığın kaderine dair sorular okurun kafasında sürekli dolaşmakta.