"Türkmen babaları diye adlandırılan, eski bahşı-kam inançlarını sürdüren bu kişiler, şehirde yerleşen Fars kültürüne karşı göçebe Oğuzlar arasında İslamiyet'i eski ananelerine bağlı olarak yaşıyorlardı."
Sayfa 141 - Fuad KöprülüKitabı okudu
Yörükan'a göre, Alevilerin Müslümanlık adı altında yaşadıkları aslında Şamanlığın ta kendisi olsa da kadim Şamanlığın izlerini sadece, ya da çoğunlukla, Alevilerde devam edegeldiği anlayışı yanlıştır. Bu izler, Anadolu insanının genelinde görülür. Yağmur duası, tesbih çekmek, kurşun dökmek, ölümden sonra lokma pişirmek, lohusalık, çocuk bakım usulleri gibi âdetler, tüm Anadolu'da yaygın olarak devam ettirilen âdetlerdir.
Sayfa 139Kitabı okudu
Reklam
Eski Türklerde evren, üç âlemi içine alır: orta dünya (yer sular), yukarı dünya (tanrılar), alt dünya (cehennem ve karanlık ilahlar). Üçü de tanrı tarafından yaratılmıştır ve bu yüzden üçü de kutsanır. Bu üç ortamı birbirine bağlayan ekseni de "yaşam ağacı" temsil eder (Yaşam ağacı, şamanların yüksek âlemlere yolculuk yapmasını da sağlayan bir aracıdır). Yukarıda sayılan üç âlem arasında bir denge olduğuna inanılır. Şayet bu denge, felaketler ya da ruhsal müdahaleler ile bozulursa şaman, bu dengeyi yeniden tesis etmekte önemli rol oynar.
Sayfa 117Kitabı okudu
Şaman ölürse giysisi torununa miras kalır ama davulu parçalanıp başındaki ağaca asılır. Çünkü davul, şamanın kendisini temsil eder.
Sayfa 114Kitabı okudu
Şamanın elbisesinin hayvan biçimli olması, şamanın hem kendi atasının hem de o hayvanın şekline girebileceği demektir. Buna "metamorfoz" denir. Türk-İslâm kültüründe bu "donuna girmek" deyimi ile karşılanır. Bu gelenek, dervişin bir hayvan (genellikle kuş) biçimine bürünerek şekil değiştirmesidir.
Sayfa 112Kitabı okudu
Ziya Gökalp, Türk Şamanizminin kadınlardaki kutsal kuvvete dayandığını iddia ederek Türk şamanlarının zikir kuvvetiyle olağanüstü güçler gösterebilmek için kendilerini kadınlara benzetmek zorunda kaldıklarını söyler. Kadın elbiseleri giymeleri, saçlarını uzatmaları, seslerini inceltmeleri, sakal ve bıyıklarını kesmeleri hep bu sebeptendir. Yine Gökalp'e göre, bir erkek şaman, kadın şamana ne kadar çok benzerse manevî kudreti de o kadar çok olur.
Reklam
Şamanlığın sufilikte zuhur etmesi
Şamanın şamanlığını kesinleştirip resmileştiren, sadece bu sırra erdirici ölüp dirilme hadisesidir. Sufilerin "ölmeden evvel ölmek" ve Alevi-Bektaşilerin "iki kez doğmayan, Hakk'ın sırrına eremez" düşünceleri, şamanın bu ritüel ölümüdür.
Fuzuli Bayat'a göre Şamanizm anladığımız anlamda bir din değildir. Tabiatla cemiyeti birbirinden ayırmayıp bir bütün oluşturması yüzünden bir "doğa dini" olarak adlandırılabilir. Şamanlık bir din değildir ancak dinsel ve toplumsal işlevleri olan, pratik bir inanca dayalı, toplumsal talebe cevap veren ve dinî öğretisi olmayan bir esrime sistemidir; doğayı algılayış biçimidir.
Sayfa 74 - Şamanizm'in din olup olmadığı hususundaki ihtilaflı görüşlerden zannımca en makulü.Kitabı okudu
Şamanizm'de siyasî emir ve düzene müdahele de yoktur. Sadece dinî akîde ve ibadet şekilleri ile sihir merasimlerinden ibarettir. Sami dinler gibi müdahil olmayıp vicdanda yaşadığından uzun ömürlüdür. Türklerin her girdikleri dine Şamanizm'i de beraberlerinde götürmesinin başlıca sebebi budur.
Örgütlü dinler; insanların yaşamlarını, bu yaşamları kontrol etmek isteyen ataerkil kültürün ideolojilerine uygun hâle gelecek şekilde değiştirmeyi amaçlar.
Reklam
Maniheizm'de ağza, bele ve ele mühür şeklinde ifade edilen üç mühür prensibi, Bektaşilik'te elin, dilin ve belin muhafazasına dönüşmüştür.
Şamanizm'de bir ağaç kesmek zorunda kalınırsa önce ağaçtan özür dilemek zorunluluğu vardır. Kesim yapılmak zorundaysa sadece ihtiyacı kadar olan kısım alınır. Benzer bir yaklaşım olarak Maya halkı, bir bitkiyi kesmeden ya da budamadan önce izin almak gerektiğini, Şamanların öğretisi doğrultusunda bilir.
Dağ kültü
Dağ ve tepelerin, üstün birtakım güçlerin ve ruhların ikametgâhı olduğuna inanılır ve bunların her birinin kendi mıntıkalarındaki insanların iyiliği için çalıştığı düşünülürdü. İslâm öncesinde dağ ve tepelerde mevcut olduğuna inanılan bu üstün güç veya ruhlar, İslâm'la birlikte kimliği belirsiz evliyalara dönmüştür. Yol kenarlarında bulunan yatırların pek çoğunun gerçek bir evliyanın mezarı olmadığı bugün artık bilinen bir gerçektir. Bunların, bölgedeki dağ kültünün bir evliyanın şahsında sembolleşmesinden başka bir şey olmadığı düşünülmektedir.
Türklerin ateş, su gibi bazı şeylere kutsallık atfetmesi, yer-suların kutsal sayılması, Güneş, Ay gibi şeylere tazim edilmesi, semavi mahiyetteki tek tanrıcılık inançlarını gölgelememiştir. Din, yalnız bir çeşit itikat ve amelden ibaret olmamış, hiçbir devirde tanrı, kutsiyet anlamında tek başına kalmamıştır. Daima, kutsal sayılan ikinci derecede yan varlık inançları ile çevrili bulunmuştur.
Türklerin ata ruhlarını takdis etmeleri ve onların tuslarına tapmaları, taabbud-u ecdat (atalara tapınma) ile aynı şey değildir. Atalara tapınma, pederşahi aile sistemi ile doğmuştur. Yani oldukça ilerlemiş bir medeniyetin ürünüdür. Eski Türkler pederşahi aile hayatından geçmiş değillerdir. Dayı, teyze gibi ana tarafı akrabaların isimleri Türkçedir, baba tarafı akrabaların isimleri ise (hala, amca gibi) Türkçe değildir. Pederşahi ailelerde kadın yanaşma olup hakları yoktur. Oysa eski Türklerde kadın büyük mevkii sahibiydi.
Resim