Anne, beni dokuz ayda nasıl doğurabildin. Ben ki yıllardır gebeyim kendime. Her yaşımda karnıma yeni sancılar saplanıyor. Işte bugün doğum günüm diyorum. Ya benden içeri bir ben büyüyor ya da her defasında yeni benliğin gebeliğine başlıyorum. Beni doğduğun gün bir tas su geçirdiler üzerimden. Bir nefes bir ses beklediler belki. Ben kendimi toprağın rahmine doğurduğum gün, yine birkaç tas su geçecek üzerimden. Nefessiz ve sessiz bir çukurda yatarken ben bu defa da kürek sırası bekleyecekler. Insandan çizilmiş "toplum" denen tablonun, insanı solduran diyalektiği içinde onurlu bir varolma çabasıydı benimki. Ey Tanrım! Bana beden verdin, ruh üfledin, peki ama "kendim" nerede? Bana yürüme yetisi verdin, konuşmayı öğrettin. Ama yol nereye? Konuşacak canan nerede? Işte bu kadar yokluk içinde var oluşum fazlalaşmıştı artık. Düşüncesiz inancınızın sarhoşluğunda attığınız "Haline şükret!" Naralarınız kulaklarımda hâlâ. Haklısınız. "Biz şükürsüz kullarına şükredelim diye ruh üflediğin için bin şükür." Sahi Tanrım, sadece kainat sanatına iltifat içinse bunca zahmet; bul beni! Sana söyleyeceklerim var....