“Ne mi düşünüyorum? Bir sistemin diğer sistemden daha iyi olup olmadığı konusunda mı?” Şimdi dikkatle beni dinleyenler beş kişi. Duraksıyorum; herhangi bir nedenden dolayı ataerkil sistem, gezegenin büyük bir kısmında ve uzunca bir süredir devam ediyor. Anaerkil bir toplumla karşılaşabilmek için gizli saklı ve kıskanılacak yere dek seyahat etmek gerekiyor. Ama bir sistemi kanıksamak diğerinin imkânsız olabileceği anlamına gelmez ve mükemmel bir şekilde söylenebilir ki, bütün insanlık ataerkil bir rejim hâlinde yaşamıyor. Oran önemsizdir; önemli olan, tek bir sistemin olmadığı gerçeğidir. İnsan olmanın temeli ataerkil değildir ve Mosuo deneyimi diğer şekillerin de mümkün olduğunu ve bu şekillerin toplumun sonu anlamına gelmediğini gösteriyor. Kanun eksikliği veya o toplum içerisindeki dâhil olamama, aile anlamına gelir. Tabii ki anaerkil toplumda aile kurumu Batı’dakinden daha hayati ve sağlam görünüyor. Bunu sürdürmek için ahlaki konuşmalara gerek olmağını görmek de etkileyiciydi.
Bu anaerki] bir toplum ve söylenebilecek en azami şey şu ki, burada kadınlar bağımlı değiller. Bu kadar saat oyun oynuyorlar ama neden kız kardeşlerden, annelerden, gizli ya da açık aşk bağı olan sevgililerden birisi onları protesto etmiyor? Bu soru bana, Yujin Sili’nin dikkatini oyundan ayırmadan ve onu mahjong masasından kaldırmadan görüşmeye başlamak için iyi bir soruymuş gibi göründü. “Kız kardeşim bundan şikayetçi değil,” diye cevap veriyor Yujin Ana. Alışkanlığımdan vazgeçemediğimi fark ediyorum ve ona eşini soruyorum. “Peki sevgilin?” “Sevgilim mi? Neden bundan şikayetçi olsun?” Sadece tek bir bakışla köyün kadınlarının meşgul olduklarını gözlemlemek mümkün ama o ısrar ediyor. “Mosuolu kadınlar çalışmak zorunda olduklarını biliyorlar ve bunun en iyisi olduğunun da farkındalar.”
Reklam
Bu toplumda niye çocuk şarkıları olmadığını kendi kendimize sormalıyız.Çocuk şarkılarını elbette çocuklar bestelemez. Büyükler yapar bu işi. Demek ki biz çocukları için şarkı besteleyen bir toplum değiliz.Ama çocukları sahneye çıkarıp, bizim azap dolu şarkılarımızı söyletmekten ve onları dinlemekten zevk alıyoruz. Garip bir durum değil mi? Acaba çarpıklık, çocuklarımızda mı„ bizde mi?
Bazen
Hiç birisinin sana sahip olduğunu düşündüğün oluyor mu ya da bir şeyin? Evet, evet fark ettim onu. Her fark ettiğimde de gitmek istedim. Bazı insanlar aile kurmaya önem verirler yani buna değer verirler. Bazıları ise başka birtakım şeylere değer verirler. Bunlara değer verirken niye değer verdiğini düşünmezler toplumun içinde erimiş olan birey.
Şaka mı bu?
A.Mithat Efendi kafasına koymuştur bir kere, büyük bir heyecanla oturup romanın yarın yayımlanacak bölümünü değiştirir ve karakterlerden birini , Hasan Mellah'ı öldürür. Arkasına yaslanıp bir sigara yaktığını da ekleyelim. Ertesi gün merakla "Acaba bugün neler oldu?" diyerek gazeteyi almaya koşanlar büyük bir hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü pek sevdikleri karakter, hakkın rahmetine kavuşmuştur. Sultanahmet Meydanı'nda toplanan yaklaşık üç bin kişilik kalabalık, A.Mithat Efendi'nin iş yerinin önüne geldiklerinde neredeyse beş bin kişi olmuştur. Şaka gibi değil mi? Kalabalık çeşitli sloganlarla, hakaretlerle A. Mithat Efendi'nin bugün öldürdüğü karakterini derhal diriltmesini istemektedir çünkü onlar toplumdur ve böyle olmasını istemektedirler. A. Mithat Efendi pencereden boynunu uzatıp: "Ağalar, beyler.! Yapmayın, etmeyin Allah aşkına ben sanatın taraftarıyım, kahramanlarımın kaderi benim elimde değildir ki," dese de nafile. "Ne sanatı, ne kaderi lan.!" diyerek öfkeli kalabalıktan biri elindeki taşı A. Mithat Efendi bir sanat gazisi olarak geçer kağıt kalemin başına tekrar. Hasan Mellah karakterinin ölmediğini, uzun bir süre uyuduğu için bu cahilin yani kendisinin onun öldüğünü zannettiğini yazan bir metin kaleme alır. Metni pencereden yüksek seda ile okuyunca kalabalık dağılır. Ertesi gün Hasan karakteri uykusunu almış bir şekilde romandaki yerini alır. Postmodern bir hamleyle toplum, roman kahramanını kurtarmıştır.
Sayfa 27
Ana, Baba ve Çocuklar
Böyle olan anne ve babalara soruyorum: "Siz çocuklarınızı eğitirken yükselebilmeleri için onlara kartal kanatları mı taktınız, yoksa bu kanatları kökünden mi kestiniz?" Çocuklar büyüyüp birer delikanlı ve genç kız olduklarında; anne ve babalar onların geleceği ile ilgili parlak hayaller kurmaya başlarlar. Oğullarını mühendis, avukat, doktor, memur ya da tüccar gibi iyi bir meslek ya da sanat sahibi yapmak isterler. Kızlarına ise zengin bir koca aramaya başlarlar. Çocuklar için hep mal-mülk teminine uğraşırlar. Habire servet biriktirirler. Bu şekilde anne ve babalık görevini en iyi şekilde yerine getirdiklerine inanırlar. Bu konuyla ilgili olarak, Lev Tolstoy, çok doğru olarak şu sözleri söylüyor: "Hayattaki düzensizliklerin en büyük sebeplerinden birisi şudur: Herkes hayatında sadece refaha kavuşmayı arzular. Ama hiç kimse hayat seviyesini, kültür seviyesini yükselterek bizzat çalışma sayesinde hayatını daha iyi bir şekilde ayarlamak ihtiyacını duymaz." Herkes hayattan bir şeyler almak ister. Fakat, hiç kimse ona bir şey vermek istemez. Almak kolaydır. Vermek ise azim, gayret ve çalışmayı gerektirir. Çoğu kimse, toplum içinde adeta bir yağmacı ve parazit olarak hayata atılırlar. Hayatın sırrını, toplumun sırtında asalak olarak yaşamakta ararlar. Böyle zavallı bir hayat felsefesi, yetiştiği yıllar içerisinde çocuklara da aşılanır. Bunu kim aşılıyor dersiniz? Tabii ki anne ve baba!..
Sayfa 57 - Timaş Yayınları, 2005 Mart Baskısı, Çeviri: Ali Çankırılı
Reklam
163 öğeden 151 ile 160 arasındakiler gösteriliyor.