Geleneklerimizin çoğunu yitirdik. Gün geçtikçe hafızasız bir topluma dönüşüyoruz. Oysa kurumları, gelenekleri korumak, topluma, dolayısıyla insana bir güven duygusu ve yerleşiklik bilinci kazandırır. Çok sıradan görünen bir mekan, anılarla değer kazanır ve anlam bulur. Biz ise yerli olmak ve geleneksel değerlere sahip çıkmak ayıpmış gibi kimliğimizden kurtulmaya çalışırız. Ve böylece Batılı olacağımızı sanırız. Oysa Batı, tek boyutluluk ve tek bir üniforma değil ki! Bugün ikisi de Avrupalı sayılan Finlandiyalı ve Portekizli arasında hiçbir benzerlik yoktur. Ne yemekleri, ne müzikleri, ne görünüşleri, ne de kültürleri birbirine benzer. Ama iki ülke de Avrupa düşüncesinin temelini oluşturan ilkeleri benimsemiştir. Türkiye'nin Batılı olması, kendi kültürünü korumasıyla mümkün olacaktır. Dünyada başarıya ulaşmış "taklit ülke" yoktur.
Bu güzel metaforların şifresini kendi başına çöz; derinlemesine düşün onlar hakkında. Bu yüzden hikayeler üzerinden konuşuyorum. Onlar üzerinden hiç kimse konuşmamıştı. Niçin ben bu küçük hikayeler üzerinden konuşuyorum? -sadece nasıl düşüneceğine dair sana birkaç ipucu vermek için. Bunlar bu hikayeler üzerine yapılan yorumlar değiller; ben bir
Reklam
9. BÖLÜM SONSUZ SABIR Bir zamanlar cennet meyvesini işitmiş olan bir kadın vardı. Ona tamah etti. Adına Sabar diyeceğimiz bir dervişe sordu, “Bu meyveyi nasıl bulabilirim ki böylece mevcut bilgiye erebileyim? “Sana verebileceğim en iyi tavsiye benimle çalışman olur,” dedi derviş. “Fakat böyle yapmazsan, kararlı bir şekilde ve bazen yerinde
Mutsuzluğu Seçmek
"...hele sevildiğini bilmek... Birisinin sizi düşündüğünü, iyi olmanız için uğraştığını, sizi koruduğunu hissetmek. 1 de paylaşma duygusunu eklemek gerekiyor buna. Ekmeği, düşünceyi, sevgiyi paylaşmak. Sait Faik'in cümlesiyle söylersek eğer, her şey 1 insanı sevmekle başlıyor. Oysa biz nelerle dertleniyoruz? Politik mücadeleler, haşin kavgalar, sen-ben itişmeleri, ego çatışmaları sarmalamış çevremizi. Bu dünyaya gelip gitmekte olan 1 sincabın mutluluğunu yaşayamıyoruz. "
Sanattan Kopuş
"... Türkiye'de durum daha da korkunç. Televizyonun karşısına geçmiş milyonlarca insan, kendilerine sunulan ucuz mavalları yutarak yaşamaya çalışıyor. Oysa her akşam yerel komedi seyrederek vakit öldürenlerin anne babaları müthiş masallar biliyorlardı. Bazen 1 türkü mırıldanırlardı. Kök boyayla boyanmış kilimin içe işleyen nakışlarındaki hüneri sezebiliyorlardı. Şimdi varsa yoksa güzel diye sunulan çirkin kadınlar ile kalas gibi erkeklerin arasındaki vıcık vıcık ilişkileri merak edip, yavan, tatsız ve kokuşan 1 yaşamın eteğine yapışmak. "
Söyleşi
Son Ada ’nın anlatıcısı, adını kendisinin koyduğu bu yeri “son sığınak, son insani köşe” olarak niteliyor. Anlattığı, nerdeyse bir ütopya: “Herkes elinden geldiği kadarını, içinden geldiği kadarını yapıyordu.” Ancak bu durum uzun sürmüyor; ütopya olarak başlayan roman tam bir distopyaya dönüşüyor. Ada’yı Dünya’ya genişletirsek, bu durum
Doğan Kitap
Reklam
VE ÇOCUĞUN UYANIŞI  BÖYLE BAŞLADI
Gül kokuları çocukların kaburga kırıklarından geliyor  Acıyı ve insanlığı çocuklar  Böyle dayanılmaz kıldılar ve yeni suları  Onların bilgileri getirdi  Elleri önlerine bağlı - duruşları  Omuzlarından göğüslerine doğru kıvrık ve yumulu  Yaşarlar ebedi göz ve ölümsüzlük aşısı yapan kitabı  Ki şimendifer  Nasıl peşinden koşturursa katarları yolcu
" Ah Tanrım! Sanat uzun, Oysa hayat kısa. "
Sayfa 42
290 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.