Herhangi bir beklenti içine girmeden elime aldığım bu eseri okurken, senkronize bir şekilde bir evin çatısına tüneyen güvercinler gibi benim de zihnimde düşünce kuşları oradan oraya uçuşup durdular...
İncelemeye başlamadan önce, bu ay bu eseri çok başarılı bir çeviri ve baskı kalitesi ile dilimize kazandıran
Baktım, geceleri uykusuz kalma pahasına bir kitabı elimden bırakamadım, bitince bu kez etkisinden çıkamadım, üstüne başka şeyler de okuyamadım, o zaman iki çift laf edeyim de hem içim rahatlasın hem de başka okurların da ilgisini çeksin, dedim.
Siz de Sefiller'i okurken "bu tarz roman bir daha yazılamaz sanırım!" diye düşündünüz mü
''İnsan zihni için, üst üste yaşanan olayların duyguları ayağa kaldırmasının ardından gelerek, ruhu hem ümitten, hem de korkudan azade kılan eylemsizlik ve kesinliğin mutlak sükûnetinden daha acı verici şey yoktur.''*
William Godwin ve Mary Wollstonecraft'ın kızı ‘’Mary Wollstonecraft Godwin’’, 30 Ağustos 1792’de
AŞK MAHKUMU
Onu ilk kez gördüğümde kanadı kırık bir kelebeğe benzetmiştim. Uçmaya çalışan ama uçarken de acısını içinde yaşayan bir kelebeğe… Sanki acısını kabullenmiş gibiydi. Güçlü görünmeye çalışıyordu. Ama bu konuda pek de başarılı değildi.
Ortak bir arkadaşımızın evinde verdiği doğum günü kutlamasında karşılaşmıştık. Dikkat çekici bir
HAYATIN ÇIĞLIKLARI
Doktorun odasından çıktığımda moralim oldukça bozuktu. Kolesterolüm yüksekmiş. Diyet yapmalıymışım. Elimde yememem gerekenlerin listesi ve reçeteyle yürürken hayatımda hiçbir zaman diyet yapmadığımı düşündüm. Dahası, şimdiye kadar bana dayatılan hiçbir yasağa gönül rızasıyla boyun bile eğmemiştim. İçimdeki asi ruh burada da
Ayhan’ı tanıyorum. Ya abartma demeyin. Tanıyorum, ciddiyim. Sizi buna ikna etmem zor olacak; çünkü Ayhan gibileri pek fazla sayıda insan tanımaz. Sadece kendi kemiklerini kırabilen Ayhan’dan bahsediyorum. Kimseyi kıramadığı için kırıla kırıla kırılmışlar piramidinin en dibine gömülen Ayhan’dan. İnsanlarla temastan korkan, gerekmemesine karşın her
bitirip kenara koydum. kenara koyduğum için öyle bir not olsun diye yazasım geldi. boştum. biraz da sinirlendim gerçekten. ben nasıl bir toplumun içinde yaşıyorum diye. kızdım, hak ettiğim yeri bura olarak reva gördüğüm için kendime. türklerin ve kürtlerin arasına tıkılıp kaldığım için üzgünüm. evet gerçekten böyle düşünüyorum. tiksiniyorum bu
benden bir öykü...
Portakal ağaçlarının çiçeklenen siluetini
seçmekte zorlandığımı itiraf etmeliyim.
Ama normal. Kış günüydü. Yağmur şarıl
şarıl yağmaktaydı. Kışın her
zamankinden daha erken geldiğini
söylemişti babam. Annen o kadar çok
parfüm sıkıyor ki ozon tabakasının
delinmemesi mucize olurdu, diye
eklemişti. Bunu söylerken, sol
Herkes felsefe öğrenebilir; sadece araştırmak sorgulamak ve insanın en ilkel dürtülerinden biri olan merak etme dürtüsünü canlı tutmak, derinlemesine ve çok yönlü düşünme yetisine sahip olabilmek, mevcut durumu eleştirebilmek ve düşünsel çıkarımlarla bir çözüm getirebilmek ve her şeyden önemlisi de her anlatılana inanmayıp kandırılmamak adına
Ben zaten öyle manken gibi ortalığa çıkmayı pek sevmem. Bütün dikkatler sizin üzerinizde oluyor, insanlar baştan aşağı, dikkatle süzüyorlar gelinle damadı. Gerçi damattan çok geline bakıyorlar Allah’tan. Bilge bütün bunlardan hiç şikâyetçi olmadı. Kızlar gösteri yapmayı seviyorlar. Bir de gelinlik vardı ki üzerinde, bütün gece o
Kitabın asıl adı "Zavallı, Yoksul İnsanlar". Sadece başlığına bakarak bile kitabın konusu hakkında yorum yapmak mümkün, Dostoyevski'nin şakası yok :) Kitabın "İnsancıklar" başlığı ise çevirmen Nihal Yalaza Taluy ve yayımcı Yaşar Nabi Nayır tarafından bulunuyor. Bu detaya kitabın önsözünden ulaştım ve özellikle paylaşmak
Dost! Kardeş! Üzülme böyle! Çık! Yatmaya git! Unutulduğun için sevin, neşelen. Genel bellek yitiminin yumuşacık şalına sarın. Seni inciten gülüşü unut artık, yok artık bu gülüş, yok,
Bizler gibi Japon kültürüne alışık olmayan okurlar için, üstelik bundan belki de 100 küsur yıl öncenin kültürünü okumak garip ve farklı gelebilir. Belki rahatsız bile edebilir, fakat bunu bugün okuduğumuz bir kitap için yapmamız ne kadar uygun olur bilemiyorum. O yüzden de ben kendimce kültürel kısımla alakalı yorum yapmayı uygun görmüyorum, dil ve anlatılan konunun işlenişini kendimce değerlendirmek istiyorum sadece.
Kitabın başından sonuna kadar bir daldan dala geçiş hissettim. Yani, bir oradayım bir buradayım, bir şu gündeyim bir bu gündeyim, bir şu kişinin hikayesi anlatılıyor bir bu kişinin hissi oluştu bende ve bu durum çok hoşuma gitmedi. Normalde severim bu şekildeki anlatım tarzını ama bu kitap özelinde bu geçişler biraz tatsız ve renksiz geldi bana. Kitabın sonunda da bu geçişlerin bana göre renksizliğini yazar da gizleyememiş, kabul etmiş gibi hissettim diyebilirim.
Kısaca özetlemem gerekirse güzel bir kitaptı ama bana çok da hitap etmedi sanki, o yüzden de beğendim diyemiyorum orta kararda bir okuma oldu benim için.
Yaban KazıOgai Mori · İthaki Yayınları · 20212,779 okunma
Değirmen öykümüz bir soru ile başlıyor. Soruyla öyküye başlayan yazarımız bizi meraklandırarak öykünün içerisine çekiyor. Yaklaşık yarım sayfa kadar bir değirmenin tasvirini yapan yazarımız belli ki olay örgüsünü bir değirmen etrafında şekillendirecek. İnce bir şekilde tasvir yapılarak çok güzel bir şekilde somutlaşan değirmeni okurken gözümüzde