Asırlardır herkes sonbaharı yazdı, çizdi. Renk paletinin solgun, hüzünlü tonlarıydı sonbahar. Pervasız çocukluğun yasaklı günleriydi. Bam telinin titrek sesiydi sonbahar.
Oysa sadakatti sonbahar. Yaslı günlerin kötü gün dostuydu. Çorak arazilerin kurtarıcısı, kurak günlerin rahmetiydi o. Kimse görmedi, kimse anlamadı sonbaharı. Oysa o esen rüzgâr uğultularıyla seslendi hep. Yaprak hışırtılarında saklıydı anlattıkları. “Hiç duymaz mısınız?” dercesine haykırdı kara bulutlar. “Hiç görmez misiniz?” diye süzüldü sararan yapraklar.
Sonbahar sanatçıların sanatına ilham oldu hep. Oysa sanatın kendisiydi sonbahar. İlkbaharın ve yazın tumturaklı haline inat, hayatın gerçek yanını haykırdı hep, bıkmadan. Kara kış bile bembeyaz bir örtü gibi anımsandı da onun kadar yargılanmadı hiç. Kalemi çoktan kırılmıştı onun. Sararan yapraklarla özdeşleşti solgun umutlar; süzülen gözyaşlarının adı oldu sonbahar.
Ey sonbahar! “Her şer görünende vardır bir hayır” dedikleri sen misin yoksa? Sokakta ki hayvana bir yudum su, evde ki insana bir sokum ekmek… Yaralarda değil de Yaradan’da bulmak seni…
Kâinatın en büyük sanatçısının en ünlü eseri… Sonbahar…
Recep KAYABAŞI
Elleri üşümeye başlamıştı yine...Bir yalnızlık türküsü duyuyordu çok yakınlarda,derinlerde bir yerlerde...Günler geçmiş gitmiş..Yine son demindeydi gecenin...
Düşünmek...Düşlemek...Düşmek yine maziye...kanatıyordu kapanmaz yaraları...
Siti idi. Yalnız idi. Acı idi.Biten idi.
Yaşının ilerisinde idi bedeni yirmi ikisinde ama sekseninde