XIX. yüzyılın ikinci yansından sonra kadın giysilerinin bi­çimlerinde önemli bir değişme gözlemlenmezken, sahip olunan ve gün içinde giyilen elbiselerin sayılan artmaya başlamıştır. Günlük etkinliklerde farklı elbiseler giyinmek, mensup olunan sosyo-ekonomik yapının bir göstergesi olarak algılanmaya baş­lanmıştır. Saray çevresindeki veya zengin malikanelerindeki bu kadınlar günde neredeyse yedi, sekiz defa kıyafetlerini değiştirmek durumunda kalıyorlardı. Gündüz elbisesi, Öğleden sonra çay elbisesi, Ziyaret elbisesi, Tiyatro için gece elbisesi, Balo elbi­ sesi, Akşam yemeği elbisesi, Ev elbisesi gibi elbiseler kadınların farklı durumlarda giydikleri elbiselere örnektir. Her olayın be­lirli bir giysi türünü gerekli kılması, sürekli gardırop değişik­liklerini zorunlu hale getirmiştir.
Bakın, yağmur yağarken saray yerine bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için belki kümese girerim. Fakat kümes beni yağmurdan korudu diye, şükran borcumu ödemek için kümese saray gözüyle bakamam. Bana gülecek, hatta böyle bir durumda sarayla kümes arasında fark olmadığını söyleyeceksiniz. Evet, hayatta tek gayemiz ıslanmamak olsaydı, dediğiniz doğruydu diye cevap veririm ben de.
Reklam
Üçüncü Sultan Selim devrinin Kasımpaşalı Hafız ismindeki meşhur Karagözcüsü, bir gün padişahın huzurunda hayal oynatıyordu. Oyun, "Karagöz'ün Ağalığı" idi. Karagöz'ün kâhyası Hacivat Çelebi, esir pazarından aldığı câriyelerle köleleri Karagöz'ün evine getirmişti. Bu kölelerden birinin adının Selim olduğunu öğrenmiş bulunan Karagöz, yüksek sesle: - Selim! diye bağırdı. Karagözcü boşbulunmuş hükümdarın adının da Selim olduğunu o anda düşünememişti. Padişah, Kasımpaşalıyı çok takdir eder ve severdi. Onun için Karagözcüsüne bir lâtife yapmak istiyerek: - Lebbeyk! dedi. Padişahla beraber oyunu takib eden saray halkı, gülmek istedilerse de gülemediler. Kasımpaşalı hatásını anlamış ve utancından terlere batmıştı. Oyun icabı perdeye, Karagöz'ün çağırdığı kölenin gelmesi icab ederken san'atkâr, onun yerine derhal Hacıvat'ı çıkardı ve: - Ey Karagöz! Huzûr-ı şâhânede öyle bir sürç-i lisan ettin ki, bundan sonra ne tâmiri, ne affı kaabildir. Şevketli padişahımız sana ruhsat buyurdu. Bundan sonra tövbekâr olup, hacca gideceksin, haydi bakalım! dedikten sonra, püf!.. deyip şem'ayı söndürerek perdeyi kapadı. Seyredenler bir yandan san'atkârı takdir etmişlerse de şaşırmaktan da geri kalmamışlardı. Padişaha gelince, o názik ve lâtif mizácıyle araya girerek: - Hafız... üzülme, gücenmedim Vallahi.. muradım latife idi; oyunu kesme.. dediyse de Kasımpaşalı Hafız, hicabından bir daha hükümdarın yüzüne çıkamadı. Zira onun san'at anlayışı için bu, gerçekten affedilmez bir hatâ idi.
Sayfa 103 - İstanbul Fetih Cemiyeti 1982 BaskısıKitabı okuyor
Bir Çerkes atasozü...
"Öküz saraya çıkınca kral olmaz ama saray ahır olur."
Günaydın +39
Toparladım kendimi ben Sevinme hiç boşu boşuna Hatta bir saray bile yaptım İçimdeki sen boşluğuna Emir can iğrek :Karanfil youtu.be/BK2OWy5Ul3o?si=...
"Herhangi bir kimse çarşıların herhangi birisinde "Lá ilâhe illâllahü vahdehû lâ şerîkeleh lehü'l-mülkü ve lehü'l- hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alá külli şeyin kadir.' derse, Yüce Allah onun için defterine bin kere bin sevab yazar ve onun defterinden bin kere bin günahını da siler, onun adına cennette bir saray yapar."
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.