Okurken beni bu kadar duygulandıran ,karakterle bütünleştiğim ,hezeyanlarını sanki içimde gibi duyumsadığım bir kitaba uzun zamandır rastlamamıştım. Hep o şarkı romanını ilk kez okuduğum günden beri ,yaklaşık 13 yıl geçti, yüreğime dokunan satırlarda kaybolmamıştım.
Werther o kadar da bizden biri ki aslında.
Tutkuyla birine bağlamak,onu herkesten, her şeyden deli gibi kıskanmak,sevmek ve sevilme ihtiyacıyla tutuşurken yana yana en sonunda kendi mahvına sebep olmak hayatında kendinden daha çok birini sevmiş herkesin başına gelebilecek,yada gelmiş bir hadisedir.
Genç Werther gibi nihayetinde kendini öldürerek acılarına son vermese bile ruhunun bir parçasını,kimliğini,benliğini oluşturan en derin duygularını öldürebiliyor insan.
Bu da bir çeşit cinayet değil midir?
Hissettiklerini ağırlığına dayanamamak,çaresizilik duygusuyla boğuşurken boğulmak,kalbindeki ağrıyı kendine yeni acılar vererek dindirmeye çalışmak ne büyük bir yanılgıdır aslında.
Bedenine verdiğin zarardan ne kadar farklı olabilir ki ruhuna verdiğin zarar? Seven yanlarını öldürerek ,kendini hissiz, boş bir kabuğa çevirmek de intihardan farksız olabilir mi?
Dünya içi boşalmış, kalbi taşlaşmış ve ruhunda derin yararlarla yok olmuş nice bedenlerle dolu aslında. Aramızda dolaşıyor, gülüyor, konuşuyor, sevişiyorlar ama aslında bu dünyadan çoktan göçtü onlar. Zaman zaman durgunlaşıyorlarsa, sessizce öldürülen/öldürdükleri parçaları için yas tutmalarındandır belki de. Hissettikleri suçluluk duygusu ile, cinayet mahallinde dolaşıp duran bir katil gibi, yaralandığı yerden çıkamayışları…