Stefan Zweig incelemesi yaparken kendimi derinlerde bir yerde hissediyorum, düşüncelere dalıyorum, kendimle çelişiyorum tam şuan olduğu gibi.
Bu kitapta kaleminden çıkan temalar savaşın dokunduğu masum insanları anlatıyor.
İlk hikayede rus bir adamın savaştan evine dönüşündeki talihsizliği peşi sıra başka ülkenin topraklarında kalmak zorunda olup karısına ve çocuklarına ulaşamadığını anlatıyor, sonu pek de güzel bitmiyor malesef...Herşey hikayenin başladığı yerde Cenevre gölünde bitiyor.
İkinci hikaye... Sahaf Mendel sen nasıl bir karaktersin öyle. Keşke böyle birini tanısam dedim, okudukça sevdim saydım kendisini. Dünyada var mıdır öylesi?
Konumuza dönelim... Bu hikayede ise hayatını kitaplara adamış, hatta kitaplardan başka bir şey düşünmeyen bir Sahaf Mendel karşılıyor bizi. Kendini o kadar kaptırmış ki savaştan bile bir haberdi herşey o gereksiz savaşla başladı. Mendel'in yavaş yavaş akli dengesini kaybettiğini hissettim , altın değerindeki kitaplardan uzaktaydı çünkü kamptaydı ve bu kampta, bu insan çöplüğünde okuyup yazabilen insan bile yoktu. Odasına geri döndü dönmesine, ama eskisi gibi iştahlı değildi, o kırılmıştı. Sonrasında, sevgisini kaybetmişti herkes -sebebini savaşa yoruyorum- Mendel ağır ithamlarla kovuldu o küçük kitap yuvasından, sonra da toprağa karıştı...
Sahaf Mendel, hep kalbimde bir yerlerde olacaksın :)
Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim, keyifli okumalar...