Her şeyi akılla açıklamak, kişiyi bireyselliğinden uzaklaştırarak, onu bir nesne haline getiriyordu. Duygular neredeyse hiçe sayılırken, insan ruhsal yanından uzaklaşıyordu. Bu durumun önüne geçen ve karşıt bir görüş oluşturan irrasyonalizmin kurucusu Schopenhauer oldu. Schopenhaue’in en büyük savunması; bilginin bize dışarıdan geldiği için, onun hakkında tam bir yargıya varamayacak olmamızdı. Bu nedenle aklı tamamen reddetmişti. Akılcılığın sorgulanmaya başlamasıyla birlikte, psikoloji alanında da yenilik gelmiş ve Schopenhauer’in görüşleri temel alınarak psikanalizin temeli atılmıştır. Zaten Schopenhaur ve onun görüşlerini temel alan psikanalizin hedefi de aynıdır: Hayatın yönetiminin bizim elimizde olmadığının anlaşılmasıdır.