İstanbul eskilerin hayal şehir dedikleri yer değil artık. Canımı yakıyor. Kaçmak ve kurtulmak istiyorum. Ama her kaçış bir kurtuluş demek değil onu da biliyorum.
Ey kalbimin içinde uyuyan şehir
Hiç bir uçak hiç bir tren hiç bir otomobil
Hiç bir muştu hiç bir belge hiç bir kanıt hiç bir
Seni alıp bana getirmemiştir
(Beni alıp sana gelememiştir)
"Ey Kudüs, Peygamberleri öldüren ve kendisine gönderilenleri taşlayan şehir!.. Bir tavuk civcivlerini nasıl kanatları altında toplarsa, ben de senin evlatlarını öylece toplamak isterdim etrafımda."
Bütün bu özellikler Kudüsü yaşamak kadar ölmek için de gelinen bir şehir yapmaktadır. Kim bilir kaç kuşak Hristiyan, Yahudi ve Müslüman birbirine karışmış olarak bu vadinin beyaz taşları altında uyumakta, hayatları boyunca elde edemedikleri barışı ölümde bulmaktadırlar.
"Ey İskender'in annesi! Oluş ve bozuluş kanununa tabi olan her şeyin yok olup gittiğini düşünmelisin. Senin oğlun bazı küçük kralların benimsediği ahlakı kendine layık görmezdi; öyleyse oğlun ölünce, sen de onların basit anneleri gibi davranma. İskender'in ölüm haberi gelince büyük bir şehir kurulmasını emret. İnsanların belli bir günde orada toplanmaları için Libya, Avrupa ve Asya'daki bütün ülkelere elçiler
gönder. O şehirdeki toplantı, [15] yeme, içme ve eğlence günü olsun. Elçilere, başına bir musibet gelen hiçbir kimsenin senin bu davetine katılamayacaklarını duyurmalarını da emret. Böylece insanları hüzünlü matemlerine karşın İskender'inki sevinç ve neşeyle geçsin." Ne
var ki, annesi oğlunun isteği doğrultusunda emir yayınladığı halde belirlenen günde hiçbir insan gelmedi. Bunun üzerine: "Önceden duyurduğumuz halde insanlar neden gelmedi?" deyince,
kendisine: "Başına musibet gelen hiçbir kimsenin davetinize katılmamasını istediniz. Herkesin başına bir musibet geldiği için davetinize kimse kaul
madı" dediler. Bunun üzerine İskender'in annesi şöyle dedi: "Ey İskender! Son dönemin ilk dönemine ne kadar da uygun. Senin ölümünle uğradığım musibetten dolayı beni en mükemmel şekilde te
selli etmek istemişsin. Zira ilk musibete uğrayan ben değilmişim ve musibet de sadece bir insana mahsus değilmiş."
Esir Şehir'in öbür ucunda, geniş bir alanın ortasında, Kudüs'ün başka bir inanç için taşıdığı önemin tanığı Kubbetu's Sahra yükselir. Tek ve merhametli Allah'ı yücelten zarif yazıları şereflendirmek için yeşille altın sarısının birbirine karıştığı kubbesinin mozaikleri altında, kara bir kaya yığını görünür. Eski Çağların en yüce yerlerinden biri olan burası Moriya Dağı'nın tepesidir. İslâm geleneği, üzerindeki hafif bir izin Hz.Muhamed'in burağıyla gökyüzüne doğru yola çıktığı gece onu yerde tutan Cebrail'in elinin izi olduğunu kabul eder.
Evet, ey benim gibi dünya ile alâkaları kesilmeye başlayan ve dünya ile bağlanan ipleri kopmaya yüz tutan muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Bu dünyayı en mükemmel ve muntazam bir şehir, bir saray hükmünde halkeden bir Sâni-i Zülcelâl, mümkün müdür ki; o şehirde, o sarayda en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarıyla konuşmasın, görüşmesin. Madem bilerek bu sarayı yapmış ve irâde ve ihtiyar ile tanzim ve tezyin etmiş; elbette nasılki: "Yapan bilir." öyle de: "Bilen konuşur." Madem bu sarayı, bu şehri bize güzel bir misâfirhâne ve ticaretgâh yapmış; elbette bize karşı münasebatını ve bizden arzularını gösterecek bir defteri, bir kitabı bulunacaktır.
Hanımlar Rehberi
(Deccal Hâkkın'da // Hadis No : 4973]
Şâbi'nin, Fatıma Bintu Kays radıyallahu anhâ'dan nakline göre Fatıma şöyle anlatmıştır: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Temimu'd-Dâri hıristiyan bir kimse idi. Gelip biat etti ve müslüman oldu. O, benim Mesih Deccâl'den anlattığıma uygun olan bir rivayette
İstanbul kalabalıkların güzelliğini örttüğü şehir... Onda yaşayanlar değil onsuz yaşayanlar onun kıymetini biliyor. Uzaktan bakanlar güzelliğini görüyor onun.
Doğaya karşı olan hiçbir şey, doğru ve uzun zaman yaşayamaz. Her şey Tanrı'nın elinden çıktığı zaman iyidir; sonradan insanların elinde yozlaşıp bozulmuştur. Doğal ortamda yetişen her şey ehilleşmiş her şeyden yüz misli daha güçlüdür. Şehir insanlarında yüzeysel ve mekanik ilişkiler hakim olmuştur. Dürüstlük, samimiyet ve duyarlılık zayıflamıştır. Kötü eğitim sistemleri yaratıcılıklarını da köreltmiştir. Ölü insanlar çoğalmıştır; bunlar bedenleri için yaşadıklarından ruhları zayıflamıştır.
"Yunan tanrısı, daha ziyade şehrini korumak için surların üzerinde görünür. İbrani tanrısı ise tam da şehir terk edilirken, surların bittiği yerde, çalılıkları kat eden yol izlenmeye başlandığında ortaya çıkar: 'Ey Tanrı, sen ki halkının başında yola düşersin' denir Mezmurlar'da."
Hakk'ın, şanlı elçisine büyük bir hüzün gelmişti, Onun, bütün semaları gezeceği gün gelmişti.
Akılların ermediği binbir lutuf, binbir nimet Görülecek kutlu gece ermiş idi en nihayet.
Ağırlamak üzre onu, o sevgili Peygamber'i, Yere, göğe emir gitti, ne yapılsa vardı yeri.
Toprakla su âleminde, hüküm süren kanunlara, "Çalışmayı