Hasan el-Bennâ, zamanının büyük bir kısmını Kur'an'la geçirmeye gayret ediyordu. Daha ilkokul çağlarındayken Kur'an'ın yarısına yakınını ezberlemiş on beş yaş civarında ise hafızlığını tamamlamıştı. Zaten hedefi İslam'ın hakimiyeti olan bir dava adamının Kur'an'dan kopuk bir hayat yaşaması da düşünülemezdi.
Hasan el-Bennâ'nın şunu daha küçük yaşlarında iyi öğrenmişti: Hemen hemen bütün dava adamları, mücahitler, şehit ve öncüler hayatlarını idame ederken onların seyri suluklarında görülen ilk özellik, onların bütün yoğunluklarına ve yorgunluklarına rağmen nafile ibadetlerini asla aksatmamalarıdır. Dışarıdan bakılınca bir dakikası bile olmayan insanlar olarak görülen dava erleri, zamanlarını hep nafile ibadetlerle bereketlendirmişlerdir. Çünkü zamanın sahibi, alemlerin rabbi olan Allah'tır. Allah ile kurulan güçlü bağ, dava adamlarının hem ömürlerini hem sözlerini hem işlerini hem de zamanlarını bereketlendirmiştir.
Bu sayede sıradan bir insanın yıllar sürse de yapamayacağı işleri kısa bir zamana sığdırmışlar, teknolojinin, telefonun olmadığı dönemlerde seslerini tüm dünyaya ulaştırmışlar, ulaşım araçlarının bu denli gelişmediği zamanlarda gitmedik ve çalışma yapmadık yer bırakmamışlar, bilgisayarların, fotokopi makinalarının, internetin olmadığı dönemlerde ciltler dolusu eserler verebilmişlerdir. İşte bunun adı berekettir. Çünkü onlar, başarıyı sadece alemlerin rabbi olan Allah'tan beklemişler, dua, yakarış ve nafilelerle sürekli ona yönelmişlerdir.