Kitabın ilk bölümü kitaba da ismini veren "Kıyamet Aşısı" konu başlıklı yazıyla başlıyor. Üstadın kaleminden dökülen her cümle ruhumuzun, zihnimizin ve kalbimizin en derinlerine işliyor.
Üstat bu bölümde Müslümanın kıyameti içindedir, bunu bilerek her an Rabbinin huzuruna çıkacakmış gibi kendini hazırlaması gerektiğini
'Diyarbakır Halkına Eziyet Edeni Yakarım'
Tüm teşkilata verilen emirdi bu. Biz polisler emir komuta zincirinde çalışırız. En üstte bulunan amire ulaşmak için sırasıyla bir üstümüzden başlar, birer basamak giderek en tepedeki amirimizi görürüz. İşte en alt kademede bulunan memurun bir üstü oradan sıra takip etmenizi gerektirecek tüm sinsile mecburiyetini kaldıran bir emniyet müdürüydü Gaffar Okkan.
Doğu görevinde çalıştığım ilin sınır komşusu olan başka bir ilin emniyet müdürüyken bulunduğum ile ziyaret için geldiği zaman görmek için sokaklara koşar merakla kendisini izlerdik. Yeşilçam sanatçılarını aratmayacak şıklıkta giyim tarzı, korumasız halk arasında dolaşması, aracını şoförsüz kullanması daha bir çok tavrı tutumu alışılmışın dışında lüks gelirdi bize.
Tıpkı kendisinin teşkilata lüks geldiği gibi..
24 Ocak 2001, saat 18:50 telsiz kayıtlarında ilk selası verildi;
'Merkez, merkez! Saldırıya uğradık, saldırıya uğradık…
m: Olay yeri neresi?
Yaralı polis: Şehitlik mevki
m: Zayiat var mı, zayiat var mı?
Yaralı polis: Şehidimiz var.
m: Sayın 3310'un durumu ne?
Yaralı polis: Başımız sağ olsun...''
3310, Okkan'ın telsiz koduydu...
Kitap, Diyarbakır'ın hatta belki de Türkiye'nin en sevilen müdürünün Gaffar Okkan'ın hikayesi. Sekiz evladımızı toprağa verdiğimiz bu günde tüm şehitlere tekrar Allah'tan rahmet diliyorum..
Dualarımız onlarla olsun..
Keyifli okumalar...
Bir kaç arkadaşım ile birlikte doğuda iletişim kurduğumuz köy okullarından bazılarına kıyafet ve kitap hediye projesi başlattık ve hedeflediğimiz sayının da çok çok üstünde yardımlar aldık. O kadar çok duyarlı insan var ki onlara ne kadar teşekkür etsem az kalır. Ocak ayında herhangi bir aksilik olmazsa arkadaşlarım ile birlikte o köy okullarını
Yazarın okuduğum ilk eseridir. Beklediğimden çok daha iyiydi. Sarıkamışı, soğuğu, karı, açlığı ve daha nice duyguları iliklerinize kadar hissettiriyor.
O günün şartlarını anlamak, biraz olsun kendimizi Mehmetçiğin yerine koyabilmek ve Sarıkamış harekatını anlamlandırabilmek adına şahane bir eser. Anlatım oldukça sürükleyici ve dili anlaşılabilir.
Kitabı okurken yüreğiniz parçalanıyor, gözleriniz doluyor. Askerlerimizin onca yokluğa onca iklim şartlarına rağmen yapmış oldukları fedakarlığı okudukça, acaba onlara laik olabiliyormuyuz diye düşünmeden edemiyorsunuz. Türk askerinin gücüne, azmine, ve dedelerimizin düşmandan ziyade yokluk ve doğa koşulları ile verdiği amansız mücadeleye şahit oluyorsunuz.
Bir destan...
Diğerlerinden farkı kanla değil karla yazılması...
Rabbim bizlere o şehitlere layık evlat olmayı nasip eylesin..
Faik Çavuş'un: " Bu kar, sessizce yağan bu kar, her yağdığında akıllarına bizler geleceğiz... Unutmayacaklar...Bizi unutmayacaklar..." dediği gibi tam da: Sizi unutmayacağız. Unutulmayacaksınız...
Tanrıya Karşı Söylev hakkında konuşmadan önce yazardan bahsetmek isterim. Kitabını okurken aşırılığı, düşüncelerini ifade etme biçimi hayat hikayesini merak ettiriyordu ama yine de böylesi bir hayat hikayesi çıkacağını hiç tahmin etmiyordum.
Soylu bir ailenin oğlu olan, Fransız düşünür
“Kimse çocuk muyum diye sormadı bana. Yüzüme kimse bakmadı o kurşunları atarken. Neler ister bir çocuk, hayallerim nedir diye sormadılar. Çocukluğumu yaşamama izin vermediler.”
Bu eser 1992-1995 yılları arasında Bosna Hersek’ de yıllarca bir arada dost, arkadaş, aile gibi yaşayan Sırpların, Bosnalı halka açtığı savaşı küçücük bir çocuğun gözünden
Türk neferlerinin her biri Mehmet,
Mehmetler çekermiş Türk için zahmet;
Yiğide şahadet en büyük rahmet ...
Meçhul bir kazada kan veren Canlar;
Susurluk yolunda can veren Canlar.
Eğilip kula kul olmayanlar hey!
Zorluktan, çileden yılmayanlar hey!
Vermeyi bilip de almayanlar hey!
Vatana bir değil bin veren Canlar.
Susurluk yolunda
🇹🇷30 KUŞ🇹🇷
Ben, babamın en hüzünlü yanıyım.
Ben, babamın aslan kahramanıyım
Öyle değil mi baba!
Gözlerin kıpkırmızı.
Çok mu ağladın?
Baba, o geceyi birde benden dinle.
Ama her zamanki gibi dinle,
En güçlülerin bile kendilerini yok etmeden kuvvet uygulamalarının bir sınırı vardır. Bu sınırı belirlemek gerçek yönetme sanatıdır. Gücün yanlış kullanımı ölümcül bir günahtır. Kanun ne bir intikam aracı olabilir, ne bir rehine ne de kendi yarattığı şehitlere karşı bir kale. Bir kişiyi tehdit edip sonuçlarından kaçamazsınız.