Kıymetli hemşehrim ve ağabeyim Akın Üner’in Selanik Masalı romanını okurken bir yandan da tarif edemediğim bir his duyuyordum. Kitabı sarıp sarmalayan bu şey ne olabilirdi? Sonra, birden kitapta bir dip not olarak karşıma çıkıverdi bu his; hüzzam.
O kelimeyi Bir Gün’de ben de kullanmıştım; anlatmaya çalıştığım aşk hikayesi hüzzam makamındaydı.
Ufunet basmıyor mu sana babacığım , te bu el kadar odada? ...
Geriye şuncacık ömrümüz kalmadı mı a kızcağım ? Bundan sonrası küçücük bir mezar odası nasıl olsa !
İlimle İslamiyet birbirinin rakibi değil , bilakis yardımcısıdır . Lakin nasıl ilim tedrisatı camide yapılmazsa , din tedrisatı da mektepte olmaz. Bu münasebetle dini tedrisat yapmıyoruz , sadece talebelerimize ahlâk ve edep öğretmeye çalışıyoruz .
Gül ve kül ...Esasında ikisi aynı imiş de aşka düşünce mazhar olurmuşsun bu büyük sırra .Al rengini ateşten alırmış gül .Lakin her yangından sonra kalan bir avuç kül değil mi ? Renksiz ve bir o kadar da cansız ...
Aşkın hikayesini sadece feryat figan şakıyan bülbüle değil , olduğu yerde masumane sükût eden güle de sual etmek lazımmış.Zira hatun kısmının sevdası diline değil , kalbine vururmuş.