… bir kitapla karşıma çıkıp, parmağıyla, başıyla, kaşları, omuzları, bütün vücudu ile gizlice, birtakım esrarengiz işaretlerle bahçenin, bizi hiç kimsenin bulup rahatsız edemeyeceği tenha, ücra yerlerini bana gösterdiği sıralarda duyduğum hisleri tasvir etmek mümkün değildir. Hiç kimse farkına varmadan gizli yerlerimizden birine selâmetle varır, yan yana otururduk. Ağır ağır açılan kitaptan, o zaman benim için izahı mümkün olmayan hoş bir küf ve eskilik kokusu yayılırdı. Ben sessizce bekleyerek Punin'in yüzüne, ağzına hemen bir lâhza sonra aralarından tatlı sözler dökülmeye başlayacak olan dudaklarına bakarken, içimde ne tatlı çarpıntılar, ne anlatılamaz heyecanlar duyardım!
"Ah hadi söyle bana, ölünce içimdeki şarkılara ne olacak benim? Onca şarkı, onca melodi, onca ritim? Diyelim ki yarın ben öldüm, şarkılar da ölür mü benimle? "
Lanet olsun. Kalbim tekliyor. Yumuşak saçlarından bir tutamı parmağıma doluyorum, eğilip dudaklarımı onunkilere değdiriyorum.
Parmaklarım aşağı kayarak köprücük kemiklerini çiziyor. Boğazını. "Benim için öldürür müydün, ilham perisi?" Onun için yapmaya hazır olduğumu kanıtladığım her şeyi yapar mıydı?
Göğsü daha hızlı inip kalkıyor, nefesleri sığlaşıyor. "Eğer bana ihtiyacın
varsa ... evet."
Gözlerim kapanıyor. Briar beni seviyor. Bunu yüksek sesle söylemeye cesaret edemese bile, verdiği cevap bana olan gerçek hisleri hakkında
bilmem gereken her şeyi anlatıyor.
"İnsan oldukları sürece," diye ekliyor. "Eğer benden bir kediyi öldürmemi isterseniz, siktirip gidebilirsiniz."
"Tabii ki insan olacaklar. Ben canavar değilim."
“ … benim kendime göre çok mantıklıydı ama başkalarının buradaki mantığı anlamasını bekleyemeyecek kadar aklım vardı. Şöyle düşünüyordum: Bu taşı ben almazsam… kim alır? “