Bir velî, ibadet etmek için bir dağda inzivaya çekilmişti. Dağın eteğinde de bir pınar vardı. Bir gün,
atlı bir adam oradan geçip pınardan su içti. Fakat,
içinde bin altın bulunan heybesini de orada unuttu. Ogittikten sonra, ikinci bir atlı geldi ve heybeyi yerde
bulunca alıp götürdü. Daha sonra, sırtında odun taşı-
yan fakir bir adam geldi. Yükünü indirip su içti ve biraz dinlenmek için sırt üstü uzandı. Bu sırada, heybe-sini unutan atlı adam geri döndü. Onu yerde bulama-
yınca da, fakirden sordu.
Fakir görmediğini söyledi. Fakat adam inanmadı ve onun aldığını zannederek kendisini döve-döve öldürdü. Olup bitenleri dağın başından izleyen velî, hayret ve taaccüp ederek:
"- Allah'ım! Neden böyle yaptın? Heybeyi başkası götürmüşken, niçin bu zalimi fakire musallat ettin?" dedi. (Veya, buna benzer bir tasavvuru aklından
geçirdi.) Bunun üzerine, gaipten bir ses ona şunları
söyledi:
"-Sen kendi ibadetinle meşgul ol. Allah teâlâ'nın
âlemdeki tasarruflarının hikmetlerini bilmek sana
düşmez. Bu masum gibi görünen fakir, vaktiyle heybe sahibinin babasını öldürmüş ve cinayetini gizlemişti. Şimdi, Allah teâlâ, bir vesile halk ederek maktulun oğlunun eliyle kısası gerçekleştirdi. Maktul da,
heybeyi alanın babasından bin altın çalmıştı. Allah teâlâ, bu vesile ile maktulun vârisi olan oğlundan bu
hakkı alıp diğerinin vârisi olan oğluna iâde etti."