Stephen Zweig'in bu öyküsünü hep duyar ama okumak için nedense pek zaman yaratmazdım. Dün gezinirken bir banka oturduğumda, birilerinin muhtemelen unutup veya bırakıp gittiği Venedik Yayınlarından çıkmış bu baskıyı görünce elime alıp okumaya başladım. Önce ilgisiz, sonrasında ise neredeyse soluksuz okuyarak 1 saat kadar bir sürede bitirdim.
Seni suçlamıyorum sevgilim, hayır seni suçlamıyorum. Bağışla beni, eğer kalemimin mürekkebine arada sırada bir damla acı da karışıyorsa, eğer bağışla-çünkü çocuğum, bizim çocuğumuz hemen şuracıkta, mumların titreyen ışıkları altında ölü yatıyor…
Senin için ölüysem neden ölmeyi istemeyeyim, sen nasıl hayatına devam ettiysen ben neden devam etmeyeyim? Hayır sevgilim, seni suçlamıyorum, sana ve mutlu yaşayış biçimine ağıtlar yakmayacağım.
Seni suçlamıyorum sevgilim, hayır seni suçlamıyorum. Bağışla beni, eğer kalemimin mürekkebine arada sırada bir damla acı da karışıyorsa, eğer bağışla-çünkü çocuğum, bizim çocuğumuz hemen şuracıkta, mumların titreyen ışıkları altında ölü yatıyor…
Bilinmeyen bir kadının mektuplarınan oluşan bu kitap, beni çok derinden etkiledi. Öncelikle kitapta ismi geçmeyen kadın, duygularını o kadar iyi döke bilmiş ki satırlara, bunu kimisi acıtasyon yapmış kadın diye yorumluyo. Niye hissedilen, yaşanılan acılar kelimelere dökülünce, bunun adı acıtasyon oluyor. Hissedilen, yaşanılan acıları kelimelere
"Seni suçlamıyorum sevgilim, hayır, seni suçlamıyorum. Bağışla beni, eğer kalemimin mürekkebine arada sırada bir damla acı da karışıyorsa, evet, bağışla.”