Yirmialtıncı Söz'ün hâtimelerinde denildiği gibi; nasılki bir mahir san'atkâr kıymetdar bir elbiseyi murassa' ve münakkaş surette yapmak için, bir miskin adamı lâyık olduğu bir ücrete mukabil model yaparak kendi san'at ve maharetini göstermek için; o elbiseyi o miskin adam üstünde biçer, keser, kısaltır, uzatır; o adamı da
Senden giden şey zaten senin için yaratılmadı, senin için yaratılan şey ise senden asla gitmeyecek. Her şeyin bir vakti var. Sabret! Senin olan sana gelecektir...
Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...
Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir...
"İnsanların dinden ürkmeleri, sevgili Florville..." diyordu Madam Lérince, "acemi kılavuzların onlara inancın tatları yerine birtakım zincirler sunmalarından ileri geliyor. Evrene bakıp da bunca harikanın ancak her şeye yetkin bir Tanrı'nın eseri olabileceğine inanamayan bir kişi var mıdır acaba yeryüzünde? İnsan bir kez bu ilk