Vücudunu rastgelene vermiş olan Cevriye umulmaz bir ruh bekâretiyle onu seviyordu ve bu odaya girdiği zaman, saçlarının pırıltısı sokak fenerlerinin dibinde durduğu, geçenleri davet ettiği zamanlardaki pırıltıya benzemiyordu. En karanlık gecelerde bile, gönülleri tutuşturan ve ona İstanbul kaldırımlarında Fosforlu lakabını kazandırmış olan saçlarının bu pırıltısı günahkâr bir davetçi, çekici bir ışıltı değildi. Hayır, bu pırıltılar onun odasında, onun yanında olduğu zaman, adi kartpostallarda melek resimlerinin başları etrafına sürülmüş yaldızlara benziyor ve bu saçlarında sanki ilahi bir hale yaratıyordu. Cevriye "Fosforlu Cevriye" kimliğinden tamamıyla soyunarak onun yanına geliyordu.
Karakolda boy aynasını ilk defa gördüğü için kalbi pırpır, çocuk gibi saf & temiz bir kalp.
Adını bile bilmediği, idam mahkumu, hiç dokunamadigi, bir daha göremeyeceği adama tutkun aşık, nasıl da cesur bir kalp.