... Bu sebepledir ki, onu Kamalizm dininin hiç şaşmıyan, şaşırmıyan orunçlu ve coşkun tapkanı yapmak, ona bu kudsal, ulusal ve kurtarıcı dini olanca derinliği ve inceliği ile oydamlamak ister.. tâ ki, Kamalizm dinine inanı artsın. İşte disiplin altında gençlik böyle olacaktır. Parti bunu amaçlamış, hazırlamıştır.
Türk yaşamayı seven, yaşamak dinine tapan bir ulustur. Ona verilen yabancı oydamlar, binlerce yıldır gülmeği, eğlenceyi, yaşamak zevkini unutturmağa çalışan kalın softalık, kötü bir durum yaratmıştı. Güzelliğe tapan Türk; bütün güzelliğe karşı taşıdığı duygunun küllendiğini görmüştü. Halbuki Türk güzelliklerin âşıkıdır.
Reklam
Arap kültürü Türkün bütün gövdesini ve ruhi hayatını, her yerini sarmış, ulusal duygusunu söndürmeğe savaşmış, Türkü kendisine benzeterek Türklüğünü unutturmak için herşeyi yapmıştır. İnan ve duygularını İslamlaştırırken zihin ve kanaatlerini de Araplaştırmaktan vazgeçmemiştir. Arabın yardımına, Acem dili de koşmuştur. Türkçe bu (1300) yıl süren saldırışlar ortasında çalkana çalkana bütün gövdesi kanlar içinde paramparça olarak ancak bugüne, kurtuluş gününk, Atatürkün yaratıcı ve kurtarıcı eline erişebilmiştir.
...En son karşısına Araplar çıkmıştır. Türkün dönüm yeri işte budur: Arap ulusu ile çarpışmağa başladığı gündür. Türkün (1300) yıl başka ulusların menfaatine çalışması da buradan başlar. İşte ondan sonra Türkün kara alın yazısı çok değişmiştir. Türk Araplara mahkûm olmak suretile Islam olmuş değildir. Binbir hile kuran Emevi kumandanları Türkleri kahramanca yenemiyeceklerini anlamışlardır. Kan gövdeyi götürmüştür. Araplar türlü hile ve Emevilere has deklerle Türkler arasına fesad, bozut yaparak Türkleri boyunduruk altına almak istemişlerdir. Lakin Türk hiç durmadan Arapla çarpışmıştır. Bayındırlık içinde yükselen Türk şehirlerini Araplar yıkıklığa çevirmişler, verimli yeşil tarlalar baştanbaşa bozulmuş, bahçeler, yollar yıkılmış yok olmuştur. Türk yine kafa tutmuş, Arabın mızrağıma boyun eğmemiştir. Türkün ulusal heyecanı çok derindir, çok kuvvetlidir. Halbuki Arabı tutuşturacak kadar vaadler dolu İslam dini tam Araba yakışan bir dindir. Çöller beyin kavuran ateşleri ortasında tasavvur edilen yeşil bahçeler, her yanından sular fışkıran, çaylar akan uçmak hayalleri, cennet tasavvurları Arabı tutuşturmağa yetişiyordu. Bunun için Arap kızgın çöller ortasında cennetin yeşilliklerini düşünerek yürüyordu. Türk ise İlahiyatsız olduğu için bunları düşünmedi. Arap çarpışmadan vaz geçmedi.. Ta kendisi son sözü söyledi: İslam ümmetine hâkim olduğu zaman, işte artık İslam olmuştu.
Türk ulusu tam eşitçidir. Onun yaradılışında bu o kadar yerleşmiştir ki Şaman, Budist, Musevi Hıristiyan, Müslüman olduktan sonra da ona bu eşitliği bozan nekadar yabancı inan ve kurallar verilmiş olsa bile bütün bunlar onun kabuğunda kalmıştır. Büyüğüne, sıra ve saygıya bağlı halkçı bir ulus.. Tütemli Türk büyülü dinlerden, göksel dinlere geçerken bile inanıma asla ilahiyat karıştırmamıştır. Onun inanımda İlâhiyatsız bir din hüküm sürmüştür. Bir genel dine girmezden önce bile yalvarışma bakılırsa Tanrısından bütün istediği yaşayışımın genişliği, yurdunun genişlik ve bolluğu içindir. Öteki dünyanın görünmiyen nimetleri ile, göklerde adanç edilen (melekûtu semavat) ile hiçbir ilgisi yoktur. Şöyle yalvarıyor: (Yüce Tanrı! Ağaçları yeşert, otları yetir, davarı çoğalt, buzları erit, yurda genlik ver. Her ocak şenlensin, il büyüsün, yurt yücelsin..) Bütün gidişinde ona önder olanma gönül bağlıyor. Sıra ve saygı yasasıdır. İşte Akdeniz medeniyetini kuran bu Türk ulusudur ki onun tarihî gidişinde amil olan da, ancak, ancak ekonomik güdemdir. Bugünkü medeniyetin anası olmuştur, kafası işlemiştir, ilk endüstriyi kurmuştur. Uluslara da yaşamağı öğretmiştir. Türkün kendi dini olan yaşamak dini onu bu yola götürmüştür. Hayvana gem vurmayı, kağnı kurmayı, tekerlek takmayı, tarlayı sürmeyi, tuzlu eti zerzevata karıştırmayı, kümes ve ahır hayvanlarımı adamcıl yapmayı hep Türk bulmuş, yaratmıştır.
Cümhuriyetçi yurttaş yetiştirmek Partinin hiç savsamıyacağı en birinci ödevidir ki işte bunu açıkça söylüyor. Öğretim ile eğitim, demek isterim ki okutmakla öğretmek ve yükseltmek başka başka şeylerdir. Bu sebeple Parti bütün yurttaşları kuvvetli cümhuriyetçi olarak yetiştirmek ödevini üzerine almış ve ulusçu, halkçı, devletçi, lâyik ve devrimci yurttaş yetiştirecek bir öğretim yolu bulmuştur. Bunu yalnız ilk ve orta, yüksek derecelerden birine bağlamamıştır. Bütün kültür kuvvetlerini ne derecede olursa olsun bu düstura bağlamıştır.
Reklam
...Örnek olarak gösterebiliriz ki medreseler artık yaşıyan bilgileri öğreten bir kurum değildi. Türk sosyetesine kara düşünceli, geçmişin işe yaramaz an'anelerine sarılmış şaşkın asalaklar yetiştiren çürümüş şeylerdi. Yıkılıp gidince artık onlardan bir iz kalmamıştır. Ve kalamazdı. Zira yaşamak ışığı sönmüştü. Arap harfleri, kadm örtüleri, kadının eşitsizliği gibi devrimler de hep böyledir. Onlar arıtma işleridir ki, hakikat yerini bulunca bu igri büğrü, saçmasapan, kurulmasındaki maksadı yitirmiş şeyler ortadan bir daha gelmemek üzere çekilip gitti. Dil devrimi asla böyle değildir. Oyaşıyan varlık, Türk ulusunun kendisi, özüdür ki işte hergün biraz daha içimizden doğarak içimize giriyor, dirilerek bizi diriltiyor.
Ardından gelen, kokmuş, taşlaşmış, artakalan kurumların birden yıkılıp atılması ve Türk zekâsını körleten medreseciliğin, tekkeciliğin, orta kurun korallerinin ortadan yok olması Türke yaşıyan ilimleri vermiştir. Şimdi yaşamak dini, yarın ahrette nimet bulmak hurafesini yıkmıştır. Tapılan, görünmiyen değil, görünen hakikattir.
En son, kurtuluş savaşında büyük Türk ulusu, Atatürkün yanında toplanarak, yurdunu, bayrağını, ırzını, şerefini, istiklâlini kurtarmak ve hayatını müdafaa etmek için uğraşırken da yine karşısma bin bir fesatla, bozutla dikilen hep bu (din) adına softalar, dervişler, dedeler, babalar olmadı mı? Yurddaş kanını, Türk kanını, Türke döktürmek için (helâl ve heder) sayan, fetva veren teker sarıklı şeyhülislamın zalim ve mel'un fetvalarını unutmadık sanırım. Vatana saldıran düşmanlarla birleşerek yurdu müdafaa için silaha sarılmış Türk çocuklarını boğmak istiyenlerin başında hep bunlar yok muydu? Her yeniliğe düşman kesilen ve her ileri hamlenin önüne dikilen şu din ulusu geçinenlerin vicdan işi olan (din) ile hiçbir ilgileri yoktur. Onların bütün işleri siyasaldır. Devlet işlerine burunlarını sokarak halkı istedikleri gibi şahsi menfaatlerinin kölesi kılmaktır ki işte rejim bunu yıkmıştır. Vicdan işi olan din ile rejimin hiçbir alakası yoktur. Yurddaş dilediğine inanır, dilediğine inanmaz. Bu Partiyi alâkadar etmez. Kafasına geçirdiği bir külahta kutsal bir kuvvet bularak halktan kendisini üstün tutmak istiyenlere de rejim yol vermez. Artık kanunlar köklerini sosyeteden alır. Bu maksatladır ki çağdaş hukuk ilmine dayanmıyan (kavi)ler üstüne kurulmuş softa hukukuna Parti kapıları bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. İşte Medenî Kanun, Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu gibi anasal kanunlar bunun son ucudur.
(Din âlimlerinin, fakihlerin hokkalarındaki mürekkepler, şehitlerin kanlarından daha kutsal, daha mübarektir) diyen ve zalim, kan içen sultanların her yaptığı delilikleri, çılgınlıkları, Tanrı işi, mucize, keramet, ilham eseri sayan, padişahları Tanrı kuvveti gösteren bu softalar, bu din uluları, Türkün anlamadığı bir dil ile yazılmış kitaplardan hükümler çıkararak, halka yuttura yuttura bu güzel yurdu, bu uçmakları imrendiren vatanı baykuş yuvasına çevirmişlerdir.
Reklam
Hayat yürüyor. Çağdaş ulusların siyasal, soysal, ekonomik yolunda ilerleyişlerinin karşısında hep böyle mugeylân dikeninde kutsal bir varlık görenler, loş selvilerin karanlık gölgelerinde çöreklenmiş, kokmuş, hayat kuvvetini kaybetmiş kaidelere bağlı duranlar için yenilik mânâsız bir şey olup kalmıştır. İşte Partimiz buna kökünden bir nihayet vermek zaruretinde idi. Artık bugünkü ilim ve teknik yolları bu gibi urasalara, hurafelere, vehimlere ün ve önem veremezdi. Türk ulusunu benliğine kavuşturan Kamalizmi, ulusun egemenliğine göre kanunların kaynağı olarak binlerce yıl önce başka soylar için ve başka yollarda konulmuş kaidelere bağlı tutamazdı. Uçakların bile mesafelerde az geldiği bir asırda hâlâ deve ayağını mesafe ölçüsü sayan kanunlar Türke yakışamazdı. Bu sebeple ilim ve teknik esaslarına bağlı ve asrın ihtiyaçlarına uygun kanunları almak mecburiyetinde idi ve öyle de yaptı.
Bu uzun süren rüyanın hayra yorulmıyan yerlerini tetkik etmenin yeri burası değildir. Ancak, pek yakın bir mazinin Türkü bu kağılıyan uygunsuz işlerini kısaca gözönüne almsak Partimizin niçin laik prensibine sarıldığını ve buna çok derin bir sadakatle bağlanmış olduğunu anlamış oluruz. Çok ileri gitmiyerek yalnız Osmanlı İmparatorluğunun kurulduğu günden battığı güne kadar bu (yapmacık millet) içinde, o devleti kuran, yaşatan, en son bugün iftihardan göğsümüzü kabartan eserleri yaratan bir Türk milleti vardı. Bu ulus (yapmacık Osmanlı milleti) hamurunda kaynaşmış, yalnız (din ve devlet) uğruna çalışmış, çarpışmıştır. Kurulduğu günden başlıyarak düştüğü güne kadar gidişi izlenirse Türk milletinin bu devletin yıkılış ve sönüşünde hiçbir dahli olmadığı anlaşılır.
Mesela CHP Edirne Milletvekili Şeref Aykut'un Kamalizm isimli kitabını okudum: "Kamalizm , bütün dinlerin üstünde bir yaşamak dinidir"!Diyor , 6 oku Kamalizm dininin 6 şartı olarak gösteriyordu.
Ak günleri yaşarken kara günleri unutma! Türk milletinin bu kara günü biraz çok sürmüş, uzunca ve korkulu bir rüya, biraz ürperten düştür. Bu uzun rüya aşağı yukarı 1337 yıl sürmüştür. Bütün bu uzun yıllar içinde Türk milletinin tarih yolunda gidişi tetkike değer. Dünya soysallığını yaratan büyük akının arı çocuğu bu uzun rüyaya tutulduğu gün, artık çalışması, fedakarlığı, didişmesi, ve nihayet fikir ve iş hayatı hep başkalarının faydasına olmuştur. Türkün en büyük hassası, yurt tutup devlet kurmasıdr. Bir defa yurt tuttu mu, artık hemen devlet kurar, dört çevresindeki uluslar üzerine hâkimliğini yayar. Baysallık ve barışa gönül vermiş olduğu için hemen yurt tutunca, barışa kavuşunca derhal üremeğe başlar. İşte İslâm dinine girinciye kadar öteki dinlerden geçerek hep egemen, hâkim yaşamıştır. Öteki dinlerde Şaman, Budist, Zürdeşt, Musevi, İsevi gibi dinlere de girmiştir. Ancak bu dinler onu asla kökünden bağlamamıştır. Orijininden, aslından uzaklaştırmamıştır. İslâm olduktan sonradır ki bütün fikir ve iş alanındaki savaşları, uğraşları yalnız (din) adına olmuştur.
...Kamâlizm dininin devletçiliği şu cümlede toplanıyor:...