eğer geleli çok olmadıysa memleketinde bir nehrin kenarında başını sevgilinin kucağına dayayıp da, üzerleri karla kapanmış dağ tepelerini seyreylediğin zaman gönlünde
neler hissettiğini söyle!
O kuş, o bahçede, üzerinden uçuşup geçen bulutlara, diğer kuşların konup kalktığı ağaçlara nasıl bir hasretle bakarsa, bu da ışıklara boğulmuş salonlara, her biri bir güzellikler aleminden inmiş güzellere öyle yakıcı bir bakışla bakıyordu. O kuş, başının üstünde gördüğü sonsuz semaya karşı uçmayı isteyip de kanatsızlığını anladığı zaman nasıl acı duyarsa, bu da ara sıra güzel bir kızın güzellik göğü olan ve kendisine nihayetsiz derecede derin görünen mavi gözleriyle karşılaşınca öyle cehennemi bir
mahrumiyet ateşi içinde kalırdı.
Bu kadar canlı güzellik arasında, uzaktan hayranlık uyandırıcı düzgün endamıyla dikkat çeken bu kızın renginin uçukluğunu vurgulayan koyu siyah saçlarının ağırlığına yahut gecenin rutubetiyle tesiri artan çiçeklerin keskin, içe işleyen, sevdalı kokularına verilebilecek bir halde, o küçük başı ikide birde önüne doğru düşüyordu. Daha yakından dikkat etmek mümkün olsaydı, bir yuvadan işitilen kuş yavrularının sesleri gibi dudaklarının üzerinde dolaşan bir ismi gayet gizli bir "Ah ... " takip ettiği işitilirdi.
Düşünüyorsun. Daima düşünüyorsun! Fakat kimi? Benden korkma! Beni mahrem say! Yüzüm siyahsa ruhumun da karanlık mı olması gerekir? Ben bir eksik vücutsam bir kalbe de sahip değil miyim? Kimseye acımaz, kimseyi sevmez miyim?
Hayatımda ilk kez Servet-i Fünun döneminden bir eser okudum ve çok da yakın olmadığım bu dönemi iyice mercek altına alma kararımı netleştirdi bu kitap. 1 günde rahatça bitirilebilecek bu eser özellikle o dönemde Osmanlı'da insanların nasıl yaşadığı, toplumumun sınıfsal olarak nasıl ayrıştığı, kadınların toplum içinde nasıl bir yer aldığını ana karakterimiz Dilber ile gözler önüne seriyor. Dili yeni okuyucular için biraz ağır olabilir ama aşina olanlar için gayet keyifli ve akıcı.