İkbal'in deyimiyle, bir köpeğin önündeki bir başka köpek gibi kulluk başını eğmekle; güce, paraya ve kadına tapmakla; dünyanın merhametsiz efendi ve patronlarının kapısında zelilce oturmakla, kendi şerefini satma pahasına efendilerden yardım ve lütuf dilenmekle ömür geçirirler.
Sayfa 13 - Fecr Yayınları 104Kitabı okudu
İkbâl, Batı düşüncesinin doruk noktasına vardı. Modern Avrupa'nın bilimsel ve teknolojik değerlerini tanıdı, öte yandan İran'ı ve İran'ın kültürünü de biliyordu. Müslüman İran'ın ruhî ve manevî güzelliklerini, irfanın ve bu irfanı yansıtan edebiyatını tanımıştı. Dolayısıyla, İkbâl kafasını düşünce, kalbini de manevî duygular, ruhsal zevkler ve ilham dolu bir halkın kültürüyle yoğurdu.
Reklam
105 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Bir toplulukta biraz sert konuşunca topluluktan biri üstada, "hep böyle konuşuyorsunuz, biraz da bizi rahatlatacak şeyler söyleseniz" diyor. Ali Şeriati şöyle cevaplıyor; "Ben sizi rahatlatmaya değil, rahatsız etmeye geldim. Ben esrar ve eroin miyim ki sizi rahatlatayım?" 1933 yılında, İran'ın Sabzevar kentinde doğdu.
Şehadet
ŞehadetAli Şeriati · Fecr Yayınevi · 2013267 okunma
İkbal'i bu büyük insanlardan ayıran özellik şudur: İslâm kültürünün büyük bir felâkete uğradığı, hüzünlü bir sonbahar suskunluğuna girdiği ve Batı'nın fikrî sömürüsü altında kalarak ölüme mahkûm olduğu bir anda ve bu felâkete uğramış bahçenin bahçıvanının bile uykuya daldığı bir zamanda, İkbâl bir şahlanış yapmış ve insan ruhunun çeşitli yönlerinde yükselmiştir. İşte böyle bir anda,bozguna uğramış ve kurumuş bir çölden ansızın selvi ağacı gibi özgürce yükselerek dostun ve düşmanın gözlerini kamaştırmıştır.
İkbâl, yalnız sözü ile değil, kendi yaşamı ile de sömürülmüş Müslümanlara büyük bir öğretici ve yol gösterici olmuştur. O, İslâm'ın cehalet, durgunluk ve dış askerî güçlerin egemenliği altında iken bile yeniden büyük şahsiyetler yetiştirebileceğini göstermiştir.
Öte yandan ben bir insanım; bu tabiatta ve bu dünyada, "insanî yaratık olarak" ne olduğumu bilmeliyim, nasıl yaşayacağımı anlamalıyım. Kaderim nedir? Nasıl yaratıldım? Niçin geldim? Niçin yaşamalıyım? Yaratılışın anlamı, yaratılışa egemen olan rûh ve tedbir nedir?
Reklam
İslâm, günümüzde var olduğu biçimi ile bizi harekete yöneltmiyor; tam tersine bizi sessizliğe, oturmaya ve sabretmeye itiyor. Yalnız, buradaki "sabır" sözcüğünden,bizim anladığımız sabrı kasdetmek istemiyorum. İslâm'daki anlam dolu sabrı değil, (Çünkü, bu konuda bizim anlayışımızla İslâm'ın anlayışı birbirine ters düşmektedir.) her şeye karamsar gözlerle bakmayı, hayatı, tabiatı, toplumu, İslâm'ın yaşamını ümitsiz gözlerle görmeyi ve tüm ümitleri dindarlık adına ölüm sonrasına bırakmayı kasdetmek istiyorum. İyi ama, bu ruh ne zaman ilk günlerindeki hâline dönecektir? O ilk günler ki, yirmi beş yıl içerisinde vahşî insanlardan bu dünyaya uygarlık yaratan, tarih yapan ve tarihin akış yönünü değiştiren bir nesli yetiştiren ruh. Bu ruh artık bir kez daha bir Ebû Zer yetiştirecek midir? Yani, yarı vahşi, oku-ma-yazması olmayan; yalnız dünyadan değil, kendi ülkesinden bile haberi olmayan bir adamdan, bir Ebû Zer-i Gıfârî yetiştirecek midir?
İkbâl, ıslâh edicidir. Ne anlaşılıyor acaba bundan. Islâh, toplumu gerçekten perişanlıklardan, acılarından, talihsizliğinden kurtarabilir mi? Yoksa düşünce ve sosyal ilişkilerde aniden ve temelden bir devrim yapılması mı gerekiyor?
Afrika'da Müslüman ülkeler olduğu kadar, Müslüman olmayan ülkeler de var. Afrika asıllı bir Fransız yazarı olan Chandel'in deyimiyle, "Afrika haritasının tümü, yerküre üzerinde bir damla gözyaşını, sıcak bir gözyaşı damlasını andırmaktadır". Evet, Afrika yerkürenin gözyaşıdır, kavrulmuş bağrıdır. Kalp de gözyaşı damlası gibi değil midir? Her ikisi de dert arkadaşıdır, aynı tür yaşantı içindedirler. Afrika bu yerkürenin yaralı kalbi, yanık gözyaşlarıdır.
Süse yönelme ilkel bedevî toplumların ruhlarında ve düşüncelerinde yer eden bir tutkudur. Modern bedevinin süsü ile modern olmayan bedevinin süsü arasında temelde bir fark yoktur. Süsleme düşkünlüğü, ruhî güzelliklerle manevî değerlerden; insanı yücelten devrimci düşünce ve fikirlerden; ilimden, felsefeden, irfandan ve edebiyattan yoksun yüzeysel, yoksul insanların özentisidir. Sosyal, kültürel ve fikrî bakımdan değişik insanlara baktığımızda, bu gerçeği çeşitli yönleriyle görebiliriz. Uluslar da böyledir.
Reklam
Bizim toplumumuzda da eski gelenekçi kadınlar modern kadınlardan, okumamış kadınlar da okumuş veya aydın kadınlardan daha çok süs eşyası takmaktadırlar.
Sermâyenin gücüyle, süsün etkisiyle, Tahran'ın güzellerine (!) özenerek, cici cici taşlar ve pahalı eşyalarla, gönül aldaücı keskin kokularla varlıklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. Bir hiç olan bedenlerinin anlamsız ve yine bir hiç olan kişiliklerinin böylelikle varlık dünyasına ayak bastığını sanıyorlar; bu yapay varlıkları sayesinde yoksulluklarını ve hiçliklerini gideriyorlar. Eh, böylece bu zavallı, yok olmuş hiçler var olmuş oluyor; varlıkları belli olsun da nasıl olursa olsun!.. Bu kadınlar sayılan, sevilen insanlara benzemek için düşünce ve duygularda değil de, süs eşyalarında, yüzeysel bakışlarda ve dış görünümde kişilik kazanmaya çalışmaktadırlar.
undefinedKitabı okudu
İnsan ruhu, tanınmama zavallılığından çok acı çeker, bir düğüm olur ruhlarda "hiçlik". Bu düğüm çözülmedikçe, cinayete kadar varan kötülüklere bulaşır insan. Bu düğümü çözüp, hiçliğini gidermek için çeşitli yollara başvuracaktır. Yeter ki düğümü çözdüğüne, hiçliğini giderdiğine kendisini inandırsın; başkalarını, hatta kendisini bile aldatsın. Bir topluluk içinde unutulan ve varlığının bile farkında olunmayan bir çocuk nasıl ağlar, kızar ve başka çocuklara duyulan ilgiden dolayı perişan olursa; bir toplum içinde de, bir toplantıda da farkına varılmayan bir beyefendi de huysuzlanmaya başlar. Bu türden davranışlar da fayda sağlamazsa -ki çoğunlukla sağlamaz - kötülük yapmaya başlar, olay çıkarır, topluluğu dağıtır; övülmeye değer bir şey yapamıyorsa, hiç olmazsa başkalarını şaşırtacak işler yapar;bu da bir yarar sağlamazsa şöhret olmak, tanınmak pahasına kötü işlere girişir,başkalarına saldırır, kendi üzerlerine başkalarını saldırtır; yeter ki varlığı söz konusu olsun, herkes onun varlığının farkına varsın. Kötü bir sıfatla da olsa kötülüklerle de olsa, Descartes'm "varlık varlıktır" yöntemiyle, kendi varlığını kanıtlamak ve varlığını inkâr eden, görmeyen topluluğa, "Bakın ben kötülük yapıyorum, öyleyse ben varım" diyebilmek için ve, "İtaat elden gelmiyor, öyleyse kötülük yapmalı Her hîle ile dostun gönlünde yer açmalı" diyen Hafız gibi, sevgilisini kendisine çekmek ve onun gönlünde, gözünde ve duygularında canlanmak için her türlü hileye ve kötülüğe başvurur; yeter ki herkes varlığının farkında olsun.
Resim