İkbâl, Batı düşüncesinin doruk noktasına vardı. Modern Avrupa'nın bilimsel ve
teknolojik değerlerini tanıdı, öte yandan İran'ı ve İran'ın kültürünü de biliyordu.
Müslüman İran'ın ruhî ve manevî güzelliklerini, irfanın ve bu irfanı yansıtan
edebiyatını tanımıştı. Dolayısıyla, İkbâl kafasını düşünce, kalbini de manevî
duygular, ruhsal zevkler ve ilham dolu bir halkın kültürüyle yoğurdu.