“Ben dünyayı Allah’ı bulmak için terk etmedim. Onu evimde ve her yerde bulmaktaydım. Ben insanları terk ettim. Çünkü ahlakım ahlaklarıyla, düşlerim düşleriyle uyuşmuyordu.
Şehirleri terk ettim. Çünkü artık şehirlerin kökleri yerin derinlerinde, dalları bulutların üstündeydi; ama hırs ve kötülük çiçekleri açan, keder ve kaygı meyveleri veren yaşlı bir ağaç gibiydiler.”
Sonra sesini daha da yükselterek dedi ki:
“Yalnızlığı kardeşim; dua ve zahitlik için seçmedim. Çünkü dua kalbin şarkısıdır ve her yerden Allah’a ulaşır.
Hayır. Yalnızlığı, değer ve onur bakımından alçakça şeyleri satın alabilsin diye ruhlarını satan adamların yüzlerini görmemek için istedim...
Yalnızlığı istedim. Çünkü nezaketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım.”
...
Sonra durup “Bir şeyin dışında hiçbir şey yoktur” dedi. Yusuf El Fahri. Heyecanlandı Cibran. Soluk soluğa “Nedir o?” diye sordu.
Yusuf El Fahri işte o zaman ellerini göğsüne koyup ışıldamaya başlayan çehresiyle “ruhtaki derin uyanıklık” dedi.
“O, ben ailemin, dostlarımın, toplumun ortasındayken gözlerimdeki perdeyi indiren eldir ki bu yüzler de neyin nesi, bunlar kim diyerek kalakalmışımdır. Onu tanıyan sözle anlatamaz; tanımamış olansa asla sırlarını kavrayamaz.”