Fransa'da bugün etrafıma baktığımda, asıl sorunun baskıdan ziyade keyif dürtülerinin noksanlığı olduğu izlenimi ediniyorum: Psikanalizde buna, arzusuzluk, aphanisis denir. Bu da aslında mantıklı, zira baskıdan daha derin bir yabancılaşma vardır: iğdiş edilme. Fransa, bir muhalefet dilinin mevcut olduğu bir dünya olsa da, aynı dilin keyif dürtü- lerini kapsadığı kesin değildir. Olabilecek en derin yabancılaşmadır bu: Mitolojide kölenin altında, hadım, iğdiş edilmiş olan vardır.
Proust, dünyanın okunmasına dair eksiksiz bir sistemdir. Böyle bir sistemi, baştan çıkardığı için bile olsa, birazcık kabul etmek gündelik yaşamımızda Proust'a gönderme yapmayan hiçbir olay, karşılaşma, özellik, durum olmadığı anlamına gelir: Proust benim belleğim, kültürüm, dilim olabilir; her an Proust'u hatırlayabilirim, tıpkı anlatıcının büyükannesinin Madam de Sévigné ile yaptığı gibi.
Reklam
Ve imge her zaman başkalarına aittir. Protestan bir “havam” olup olmadığını söylemek başkalarına düşer.
Oysa siz de iyi biliyorsunuz ki özel bir ada dokunmak çok ciddi bir şeydir: Mülke saldırmaktır (rahatsız etmez bu beni) ama ayrıca şahsın bütünlüğüne de bir saldırıdır - ki buna karşı hassas olmayacak kimse yoktur, özellikle de daha yeni iğdiş etme hakkında bir öykü okumuşsak!
Eleştiri zorunlu olarak daha geniş bir ideolojinin parazitidir. Bana gelince, kaçınılmaz olarak üzerine kurulu olduğu ideolojiyi beyan eden her türlü eleştiriyi tanımaya hazırım; ama, yine bu nedenle, bu açıksözlülüğü göstermeyen her eleştiriye itiraz etmekle yükümlü hissediyorum kendimi.
Sinemanın net anlamlar verme konusunda sorunlu olduğunu ve mevcut durumda bunu yapmaması gerektiğini düşünüyorum. En iyi filmler (bana göre) anlama en iyi şekilde askıya alanlardır. Büyük bir teknik ve eksiksiz bir entelektüel sadakat gerektirmesi nedeniyle, anlamı askıya almak oldukça zor bir işlemdir. Zira tüm parazit anlamlardan kurtulmak demektir ve bu da son derece güçtür.
Reklam
“Şehvetle olmasa da en azından “oburca” okumak için, her türlü eleştirel sorumluluğun dışında okumak gerekiyor; bir kitap çağdaş olduğunda okur olarak sorumluyum, zira boğuşmakta olduğum biçim veya ideoloji sorunlarını sürükler beni; sizin düşündüğünüz haliyle özgür, mutlu, doyumsuz okumanın hazzı daima geçmişe yönelik bir hazdır.”
Anlam Yoğunluğu :
. Hiçbir yazı bu bedensel şiddet olmadan bir pasaj açmaz. O benim bedenim, bu benim bedenim. Her şiir, "Bu benim bedenim" der ve gerisi Onu iç, ye, beni hatırla. Her şiirde bir "Son Akşam Yemeği" vardır ve şöyle der : Bu benim bedenim, burada ve şimdi. Ve sonrasını biliyorsun, tutkular, çarmıha germeler, idamlar. Başkaları da diriliş derdi. ...
Yüksek melankoli :
. Dil bir deridir, dilimi diğerine sürtüyorum. Sanki parmaklarım yerine sözcüklerim ya da sözlerimin ucunda parmaklarım varmış gibi. Dilim arzuyla titriyor. ...
Reklam
"Her şey dildir, daha doğrusu dil her yerdedir. Tüm gerçeği kateder; dilsiz bir gerçek yoktur."
20 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.