“Kelimeler, bir yazarın dökemediği sessiz gözyaşlarıydı.
Yalanlar, bir tiyatro oyuncusunun maskesinin arkasına sakladığı sessiz çığlıklarıydı.
Renkler, bir ressamın paletine koyup, tuvalin üzerine bıraktığı sessiz izleriydi.
Ve insan, en çok arkasına saklandığının önününde korkusuzca dikilirdi.”
Sonra bir gün zil çalacak yine,
Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak...
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Tâ içimden birisi kalacak oralarda...
Ben gideceğim.
Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlıgın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi
Mezopotamya’yım ben;
Damarlarım su ve nehir,
Hayatım kavga, mevzum kan,
Dilim edebi, sözüm ebedi.
Her zaman bir şairin, bir vakanüvisin sözünden çok
Gılgamış’ın dudaklarında bir zaman, kadim nehrin kenarında
Nemrud’un zihninde,
Yunus’un ruhunda,
Tufan ülkesinde İbrahim’in yüreğinde.
Açın mukaddes kitapların sayfalarını,
Açın yaşayan ruhların