İkisinin yüzü de aynı anda gülüverdi. "Nelerden bahsediyoruz böyle Gonca? Ben heyecandan tiril tiril titrerken sanki yıllardır dostmuşuz gibi memleket tartışır oldum seninle." Adamın iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi söylediğini anlayamadı kız. "Heyecanın bitti mi o zaman?" Kızın pek manalı bakışıyla dirseğini dizine, başını da eline yaslayıp hayranlıkla kıza bakıp iç geçirdi Ahmet. "Bitmedi. Bitecek gibi de değil. Yanıma geldiğinde, ilk kez kalbimi oynatan kız çocuğuydun. Şimdi hem kalbimi çırpındıran kız hem de arkadaşımsın. Pek kıymetli değil mi bu?" Pek kıymetliydi..
"Yalan söylüyor,"dedi adam kıza, hem de kızın kendi diliyle. O bozuk Türkçe ile Gül'ün içine tarifi zor bir mutluluk doldu. İnsanın anadili, anne ağzından dökülen bir ninni gibiydi. Doyumu yoktu; bütün kötülüklerden çok uzakta, yalnızca sevgi ve şefkat vadeden bir sesti. Oysa bir insana güvenmek kolay bir hadise değildi. Bir insan bir insana güveniyorsa, mutlaka o güvenin altında yatan sebepler olmalıydı. Gül, elini tuttuğu adamı hiç tanımazken onun güvenilir bir insan olmasını istedi. "Bana ninni söyleyen adam,"dedi içinden...