Anne bir duygudur, kimlik değil.
Evladı iyi, mutlu ve sağlıklı değilse dünyanın da bir anlamı kalmaz anne için.Yaşam coşkusu demek, evladının sağlığı ve mutluluğu demektir bir anne için.Bu yüzden anneler durduğu müddetçe dünyada sevgi de, fedakârlık da, şefkat de, merhamet de , bağlılık da tam olarak bitmiş olmayacak.Yeryüzünde sadece bir anne bile nefes almaya devam ediyorsa hâlâ koşulsuz sevgi var demektir, şefkat var demektir.Annen hayattaysa ve yanındaysa şanslı azınlıklardan biri olduğunu hatırla şükret.Aranızda ne yaşanırsa yaşansın, ne kavgalar, ne anlaşmazlıklar, ne küskünlükler olursa olsun, bir anne tarafından sevilmiş, korunup kollanmış olmak çok kıymetlidir…
Bir arkadaşımla konuşurken ona kokulardan bahsediyordum. İnsanlarla ilk karşılaşmamızda “kanım ısınmadı”, “çok cana yakın buldum”, “çok hanımefendi” ya da “çok beyefendi biri” gibi ifadeler kullanmamızın altında yalnızca o kişinin beden dilinden gelen mesajların ya da konuşmalarının değil aynı zamanda yaydığı kokunun da etkisinin olduğunu
Yorulmuşsundur. Bazen boş gün yaratırsın kendine. Bugünkü boş günden hoş bir şey çıktı. Bu başıboşluğa ortak edecek birilerini de buldum. Bakınız, aşağıda:)
(Kiminizden bahsetmeyi unutmuş olabilirim, yazım yanlışı yapmış olabilirim; dedim ya boş günüm. Hoş görün.😊)
Ece Temelkuran’ın BU DA GEÇER’inden rastgele, şansınıza
Hukukun buyrukları şunlardır:
-Dürüst yaşamak,
-Başkasını zarara uğratmamak,
-Herkesin hakkını vermek.
Ulpianus
Bazen sevdiğimiz bir insanın hatasını görmezlikten gelerek başka bir olaya geçeriz ya, işte bu durum çok kötü çünkü adalet bizim güçlü ile zayıfın, iyi ile kötünün, mazlum ile zalimin arasında bozulmuş dengeyi kurmamızı sağlar.
Merhamet; belki de bu çivisi çıkmış dünyada en çok muhtaç olduğumuz, bize
huzur veren, eskilerden bugüne uzanan, yazarın “Bir şey eksik, her şeyi tutan bir şey.”
dediği… Eksikliği ile bizi birbirimize düşüren, varlığı ile tekrar bir araya getiren şeyi
bulanlar ona merhamet demiştir.
Merhamet diğer varlıklar için dünyayı emin bir yer kılmaktır.
Gidemedim bir türlü yanına. Gözlerindeki nefret o kadar keskindi ki kocaman soğuk bir sınır çizmişti etrafına. Ama yorgundu da, merhamete susamış aciz bakışları vardı hem davet eden hem korkan. Bekledim öylece, uzaktan izledim bir süre. Elimdeki hasta listesinde onun da ismi vardı. Tarafıma dirençli bulantı, kusma nedeniyle konsulte edilen genç
Notre Dame’ın Kamburu’yla yıllar önce 1997 yapımı filminde tanıştım. Kilise çanlarının üzerinde sallanan bu adamın çirkin, kambur ve ürkütücü olması yaşımın küçüklüğünü de hesaba katınca filmin devamını keyifle seyretmeme ve kitabına merak duymama engel olmuştu.
Normal koşullarda herhangi bir gösterimi izlemeden önce kitabının olup olmadığına